Allahım ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul olunmayan duadan, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”
Allahım ürpermeyen kalpten sana sığınıyorum. Hissetmeyen bir kalpten sana sığınıyorum. Güzellikleri fark edemeyen, acı duymayan, merhametsiz, yanlış yol üzere olan ama bunu fark edemeyen kalpten sana sığınıyorum. Kanıksanan haramlar
Bugün 2023'de okuduğum ilk kitapla sizlerleyim.
...
"Geçmiş, bazen mutlu bir an bazen acı bir tebessüm. Bazı zamanlarda ise adı konulamayan duygunun adı.. "
Eflâl onaylanmayan bie evliliğin meyvesidir ve henüz dünyaya gelmeden hikayesine ölümün gölgesi düşmüştür. İşi,dostu abisi. Hepsi onu "öldürülmek" düşüncesinden bir
Fotoğraf herşeye ölüm fermanı çıkarır. Nesneyi sessziliğe boğarak bırakır. Fotoğrafı çekilen herşey ölümün eline verilmiştir. Sessizlik fotoğrafın elinde herşeyi siler.
Böylece sessizlik yitişin adı olur.
Yaşama inanmak, ölümün varlığını kabul etmekle başlar. Ölümle barıştığında yaşamla da barışmış olursun. Ölüm ve yaşam birbirinden ayrılamaz. Ölümü kavramak, onu hayatın bir parçası olarak benimsemek insanı özgürleştirir.
Harriet Winslow'un şiddet ve şanın yüzüne baktığı zaman duyduğu hissin adı acımaydı ve en sonunda şiddet de, şan da maskelerinden arınarak gerçek yüzlerini göstermişlerdi: ölümün yüzleri.
Kitap, yazar İsmail Keskin 'in İstanbul 'dan Edirne ' ye giderken otobüste gördüğü Suriyeli bir kız çocuğundan etkilenerek bir hikaye kurgulamasıyla başlıyor. Küçük kızın ne adını ne de hikayesini biliyor. Onların umuda yolculuk diye yola çıktılarını ama ölümün buz gibi kollarına koştuklarını sınırlarla ilgili çalışmalar yapan arkadaşından
İslam zıtlar arası muvazenenin üstün nizamı ya; iyi ile kötünün, yaşam ile ölümün, nefs ile insanın kavgası diyalektik bir örgü çerçevesinde devam eder. Ancak bu örgü, rastgele bir çatışmanın ya da karşılaşmanın getirdiği sonuçlardan mürekkep değil ve hatta başlangıcı olmayan bir var-yok çatışmasının sentezinden ibaret değildir. Aksine «Doğru düşünce olmadan düşünme faaliyeti olamaz» hükmünün çerçevelediği <bulduktan sonra aramanın diyalektiği> üzerine kurulu bir örgüdür. "Her şeyden önce kelam vardı"dan mülhem ilk söz, ilk hakikat; ilk insan, ilk Peygamber. Öyleyse ilk <âlim-ilim sahibi>, kendisine O’nun nuru intikal eden ilk Peygamberdir.
İlk hakikat olmazsa hiçbir arayış olamaz. Başlangıç yoksa başlamamış bir olayın ortası, ilerisi, gerisi, derinliği, genişliği olamaz. Başlamak için bilmek gerek, ilk insan ilk bilme bilgisine sahipti. Sonrakiler ilk bilme-bilgi hassesinin yayılması ve genişlemesi ile karşılaştıkları ilk noktadan hareketle mevzuu edindiler. Bu minval üzere ”ilim" de bu arayışların, keşiflerin ve terkibi hükümler halinde dile getirişlerin adı oldu. İlerleyen zaman, bu bilgi birikiminin artmasını, kayıt altına alınmasını sağladı ve sonrasında her bakanın kendi anlayışı nisbetinde ”ilim”den faydalanmasını getirdi.
<<Ulu Tanrım, bize acı, nemiz varsa hepsini al, tek hayatımızı bağışla >>diyenler aynı insanlardı. Şimdi düşündükleri neydi? Herhalde hayatlarını değil, Tanrı'ya adadıklarını kurtarmak istiyorlardı.
Deməəək,qəşəng kitab idi(həm də deyildi),yaxşı əsər idi(həm də deyildi).Bax kitabı oxuyanda yaşadığım hisslər və təəssüratlar da belə qarışıq idi.Baş qəhrəmana gah nifrət edirəm,gah ona yazığım gəlir.Qəribə bir yazıqlıq...
Əsərin mövzusu:
Bir həkimin duyğuları və gündəlik işi arasında parçalanan həyat hekayəsi...
Əsərin ideyasına keçməmişdən əvvəl
yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman
şuramızda bir şey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde hayat
hem acıya, hem acıya benzer
gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirse de bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünki ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda bir şey var
bizi onduran şey
acıya saran
umudu kuşatan
Ölüm hakiki varlığımızın en iç özünü oluşturmayan fakat daha çok onun bir tür inhiraf yahut dalaleti olarak düşünülmesi gereken bir bireyselliğin tek yanlılığından kurtuluş anıdır. Hakiki özgürlük yine bu anda gelir ve az önce ifade edilmiş olan anlamda o restitutio in integrum (Daha önceki hale geri döndürme) olarak görülebilir. Ölenlerin birçoğunun yüzünde görülen huzur ve sükünetin kökeni anlaşılan o ki sanki burada saklıdır. Kural olarak her iyi kişinin ölümü rahat ve huzur içerisinde gerçekleşir; fakat isteyerek ölmek, seve seve ölmek, neşeyle ölmek hayattan el etek çekmiş olanın, yaşama iradesinden vazgeçip onu yadsımış olanın ayrıcalığıdır. Çünkü sadece o salt görünüşte değil gerçekten ölmeyi ister ve dolayısıyla o kişiliğinin sürmesine ne ihtiyaç duyar, ne de böyle bir şeyi arzu eder. O bile isteyebildiğimiz varoluşu terk eder; ona bunun yerine gelen bizim gözümüzde hiçliktir, çünkü bunun karşısında bizim varoluşumuz hiçliktir. Buda dininin mensuplarının nezdinde bu varoluşun adı Nirvana, yani sönme, süküna ermedir.