Yaşanmış onca hayat, yazının ve sözün binlerce yıllık varlığı ve yazılmış sayısız kitap, insanlığın daha bilge, daha erdemli bir yaşamı değil, sürü halinde cehaleti ve erdemsizliği seçmesinden başka bir sonuç yaratmamışken, yeni bir metni yazılı sözler yığınına katmaktan bir şeyler umuyor olmak, metin ile okur arasındaki ilişki alanının hâlâ mahrem özellikler taşıyor olmasından kaynaklanabilir: Yazılı metnin, yazı olarak, kitap olarak, şahsiliği ve şahsa dönüklüğü, okumanın genellikle sessiz bir edim olması, okuma sürecini, alenileşmeye, hatta söze sığmaya yatkın olmayan, tanımsız, muhtemelen de iktidarların dışında, yasadışı bir süreç kılabilir. Bu ilişkinin içerdiği şahsi ihtimallerin belirsizliği, bir
sözün ya da bir paragrafın ne zaman, hangi koşullarda hatırlanarak kişiyi etkileyeceğinin bilinmemesi, okuma birikiminin sonuçlarının belirsiz olması, yakayı ele vermesi mümkün olmayan “...-ı okumuş olanlar” topluluğunu, en koyu gizlilik koşullarında, ortak davranışlara, tahrip ve tahayyül gücüne sahip kılabilir.