Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı gözü, saçı ve kaşları siyah bir dünya güzeliydi. Annesinin memesinden ilk sütü emdikten sonra, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, lakırdı etmeğe başladı. Kırk günde
büyüdü: dolaşıp oynuyordu. Oğuz’un ayakları öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğürleri kıllı idi. At sürüsü güder, beygire
"İcadın anası ihtiyaçtır." Yani, varsayımsal olarak icatlar toplumun giderilemeyen bir ihtiyacı olduğu zaman yapılır: Bir teknolojinin yetersiz ya da sınırlayıcı olduğu herkesçe kabul edilmektedir. Olası mucitler, para ya da ün kazanma umuduyla güdülenerek o ihtiyacı saptar ve karşılamaya çalışırlar. Sonunda bir mucit, mevcut yetersiz teknolojiden daha üstün bir çözümle ortaya çıkar. Çözüm toplumun değerleriyle ve başka teknolojileriyle uyuşuyorsa toplum çözümü benimser.
Buna iyi bir örnek yakın çağların en büyük mucidi Thomas Edison'un en özgün icadının tarihidir. Edison 1877'de ilk gramofonunu yaptığı zaman bir makale yayımladı, bu makalede icadının kullanılabileceği yerleri on madde halinde belirtti. Bunların arasında ölmekte olan kişilerin son sözlerini kaydet- mek, görme özürlü kişilerin dinlemesi için kitapları plağa almak, saatin kaç olduğunu duyurmak, hecelemeyi öğretmek vardı. Edison'un öncelikler listesinde müziğin yeniden üretimi ilk Sıralarda yer almıyordu. Birkaç yıl sonra Edison yardımcısına icadının hiçbir ticari değerinin olmadığını söylemişti. Daha sonraki birkaç yıl içinde düşüncesini değiştirdi, gramafon satmak üzere iş hayatına atıldı ama bürolarda dikte ettirme makinesi olarak. Başka girişimciler madeni bir para atıldığı zaman popüler müzik çalacak şekilde gramofonu değiştirip müzik kutusu adı verilen şeyi türettikleri zaman, ciddi büro işlerinde kullanılan icadının değerini düşürdüğü için olsa gerek, Edison buna karşı çıktı. Ancak 20 yıl kadar sonra istemeye istemeye gramofonunun aslında müzik kaydetmeye ve çalmaya yaradığını kabul etti.
Yahu bizde herkes herşeyi biliyor. Peşin hükümlü... İhtisas isteyen bazı mevzular vardır. Bu mevzularda bilen tarafın konuşması, karşı tarafın susup dinlemesi lâzımdır. Din ve siyaset, ihtisas isteyen iki mühim mevzudur. Fakat maalesef ikisinde de herkes konuşur.
Kızım Tanya ile vedalaşmak için çok erken kalktım ve sonra gene yattım, çünkü hasta ve bitkinim.
Kalktığımda, L.N. beni görmeye geldi. Daha önceden giyin diğim için, odadan birlikte çıktık. Sinirli ve neşesiz oluşu pek belirgindi. Sesimi çıkarmadan kendisini dinlememi söyle di. Ama iki kez sözünü kesmekten kendimi alamadım. Benim Çerkov’a karşı takındığım kıskanç ve düşmanca davranışı mı açıklamak istiyordu. Can sıkıntısı ve biraz da kötü niyet le : benim özellikle kendi kendimi kurtarmaya çalışmam ge reken «delice bir hevesin» kurbanı olduğumu, Çerkov’a karşı özel ve tekelci bir sevgi beslemediğini, örneğin Leonid Se- mionov ve, benim hiç tanımadığım, Vikolayev gibi kişilerin kendisine daha yakın olduğunu anlatmaya çalıştı.
Ciddi bir şevk ile tahsili gözüne aldı ve bu niyetle nahiyeleri İsparit Ocağı dahilinde bulunan Tağ Köyünde Molla Mehmed Emin Efendi'nin medresesine gitti fakat fazla duramadı.
Hâle-i fitriyeleri icabı, daima izzetini koruması ve hatta amirâne söylenen küçük bir söze dahi tahammül edememesi; medreseden ayrılmasına sebeb oldu. Tekrar
Mahallede bulunan Fatma Molla Kadın Okulu’na başlayacağı günü daha sonra Mustafa Kemal şöyle anlatır: “Okula gideceğim sabah annem bana beyaz bir entari giydirmiş, başıma da sırma işlemeli bir sarık sararak süslemişti. Elimde yaldızlı bir dal vardı. Sonra hoca efendi, yanında bütün okul çocuklarıyla, evimizin yeşilliklerle bezenmiş kapısına geldi.
Tanrısal ilişkiler ile sömürü düzenleri arasındaki ilişki, tarih boyunca çok çeşitli sahnelerde kendini gösterdi. Gün geldi Hindistan'dan, Avrupa'ya tüm ticaret coğrafyası için yürütülen savaşın tarafı oldu, gün geldi petrol yataklarının ele geçirilmesinde yürütülen kirli savaşlara kara perde oldu. Gün geldi, toplumların
Düşünceler üzerinde sınırlar belirleme eylemi üç maddeyi içerir:
1. Kendi düşüncelerimizi sahiplenmeliyiz. Pek çok kişi kendi düşünme eylemlerine sahip çıkmaz ve üzerinde kafa dahi yormadan robot gibi başkalarının düşüncelerini benimser. Başkalarının fikirlerini asla sorgulamaz ve "onların düşünceleri üzerine düşünme" girişiminde bulunmadan kendileri dışındaki kişilerin fikirlerini ve muhakemelerini ezberlerler. Başkalarının düşüncelerini tabii ki dinlemeli ve tartmalıyız,ancak ada kendi zihinlerimizi başkalarına teslim etmede yiz"lişkilerimiz bağlanında bazı şeyleri tartmalı ve birbi mizi demir gibi "parlatmalıyız", ancak ayrı düşünürler olarak kalmalıyız.
2. Bilgi yönünden büyümeli ve zihinlerimizi genişlemeliyiz. Kendimizi geliştirmemiz gereken başka bir alan da doğanın Özünü öğrenmektir Ister beyin ameliyatı yapalım, ister çek deflerimizin hesaplarını kontrol edelim, ister çocuk yetiştirelim, daha iyi yaşamlara sahip olmak istiyorsak aklımızı kullanmalıyız.
3. Karmaşık düşüncelerimizi açığa kavuşturmalıyız. Hepimiz bazı şeyleri net olarak görmeme, çarpıtılmış şekillerde düşünme ve algılama eğilimindeyiz. Fark edilmesi en kolay bozukluklar kişisel ilişkilerimizde bulunur. Insanları nadiren oldukları gibi görürüz, geçmiş ilişkilerimiz ve olduklarım düşündüğümüz kişiler hakkında oluşturduğumuz önyargılar yüzünden algılayış tarzımız bozulur, bu kişiler en yakınımızdakiler olsa bile.
PETRUCHIO
Söylemesi can sıkıcı, dinlemesi pek zor bir şey.
Sözümü tutmak için geri gelmem yeterlidir bence,
Her ne kadar bazı şeyler
Beni yolumdan döndürecek gibi olduysa da,
Daha uygun bir zamanda
Eminim bu konuda sizleri tamamen tatmin edeceğim.
Sayfa 68 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Güzel şeyler çabucak anlatılır ve dinlenmesi pek keyifli değildir; öte yandan rahatsız, yürek oynatan, hatta dehşet verici şeylerden iyi bir hikâye çıkabilir, her halükârda anlatılmaları uzun sürer.
Sevgiye ilişkin durum da zorunlu olarak çağdaş insanın bu toplumsal yapısına göre biçimlenmiştir. Otomatlar sevemezler. Onlar sadece kişilik paketlerini birbirleriyle değiştirirler ve ucuza kapatma peşinde koşarlar. Bu yabancılaşmış yapının en belirgin, özellikle evlilikte sevgi gösterme biçimi «çift» kavramıdır. Mutlu evlilik üzerine tüm yazılanlar iyi geçinen bir çifti tanımlar. Bu tanımlama uyum içinde çalışan işçi kavramından pek farklı değildir. Böylesi bir kişi «tam anlamıyla bağımsız» olmalı, işbirliği yapa bilmeli, bağışlayıcı ama aynı zamanda tutkulu ve saldırgan olmalıdır. Bu nedenle evlenme klavuzu kocanın, karısını «anlaması» gerektiğini ve ona yardımcı olmasını öğütler, karısının yeni giysisini övmeli, pişirdiği yemeklerden dolayı iltifat etmelidir. Diğer yanda kadın, eve yorgun argın, sinirli ve gergin gelen kocasını anlamalı, onun işindeki sorunlardan söz edişini ilgiyle dinlemeli, doğum gününü unuttuğu zaman öfkelenmeyip bağışlayıcı olmalıdır. Bu tüm yaşamları boyunca birbirine yabancı kalan, «candan bağlılığa» ulaşamayan iki insanın, karşılıklı nezaketle davranma ve birbirlerini rahat ettirme çabalarının, iyi işleyen ilişkilerinin toplamından başka birşey değildir.
Böylesi sevgi ve evlilik kavramında asıl önemli olan tek başına olmanın dayanılmaz duygusundan kaçıp bir şeye sığınmaktır. «Sevgide» insan en azından yalnızlıktan kaçıp sığınacağı bir liman bulabilir. İki kişi, dünyaya karşı bir tür ortaklık kurar ve bu iki kişilik bencilliğin sevgi olduğu yanılgısına düşülür.
Siddhartha Gautama'nın, yani Buda'nın, ilk biyografileri, yaşamından yaklaşık altı yüz yıl sonra ortaya çıktı. Ancak, antik metinler ve arkeolojik bulgular, Buda'nın içinden çıktığı toplum ve onun öğretileri hakkında birçok şeyi açıklar.
Siddhartha Gautama, bugün Nepal sınırları içinde yer alan Sakya'nın eski küçük klan
Zamir o an beni dinlemedi. Çünkü tam olarak dudaklarıma bakıyordu. "Eğer gidersen en çok güldüğün zaman dudağının kenarında oluşan kıvrımı özleyeceğim."
Yutkundum. "Beni unutur musun?"
"Bir insanın ayak seslerini ezberleyip unutmak pek mümkün değil maalesef."
yaşanması iyi olan şeylerle geçirilen güzel şeyler çabucak anlatılır ve dinlenmesi pek keyifli değildir; öte yandan rahatsız, yürek oynatan, hattâ dehşet verici şeylerden iyi bir hikaye çıkabilir, her halükarda anlatılmaları uzun sürer.
.