Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Proust diyor ki: “ Sevdiğimiz zaman aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeyi zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, KENDİ SEVGİMİZİN ÇARPIP GERİ DÖNÜŞÜDÜR.
Sayfa 151Kitabı okudu
Marcel Proust'un annesine mektupları
《Annesine yazdığı 1903 tarihli mektupta Proust şöyle diyor: "Mutluluğa dair hiçbir isteğim yok. Ondan çoktan vazgeçtim. Ancak en azından geceleri senin isteğine göre bir hayatın planlarını yapıyorum. Seni mutsuz etmek ve bu atakları yaşamamak yerine atakları geçirmeyi ve seni mutlu etmeyi tercih ederdim." Başka bir mektupta yer alan şu bölüm, ahlak ile beden arasındaki çatışmayı gözler önüne serer: "Gerçek şu ki, ne zaman kendimi iyi hissetsem, sen her şeyi mahvediyorsun ve yeniden kendimi kötü hissediyorum çünkü bana ferahlık veren bir hayat seni rahatsız ediyor... Ancak senin sevginle benim sağlığımın aynı anda var olmaması ne üzücü." Onun ağır bedensel hastalığına yol açan şey, bitmek bilmez bir minnet gösterme zorunluluğu duyması ve annesinin hakimiyetine, kısıtlamalarına herhangi bir direnç gösteremeyişiydi. Proust'u isyanını bastırmaya zorlayan içselleştirdiği ahlaktı. Bu sözleri annesine söyleyebilmiş olsaydı, astımı olmazdı, boğulacak kadar nefessiz kalma nöbetleri yaşamazdı, hayatının yarısını yatakta geçirmek zorunda kalmazdı ve bu kadar eken ölmezdi. Bu gerçeği, annesine yazdığı bir mektupta açık bir şekilde dile getiriyor; onu mutsuz etmektense hasta olmayı tercih edeceğini söylüyor. Hatta bugün bile böylesi ifadeler hiç de az görülmez; yapmamız gereken, böylesi duygusal körlüklerin sonuçları ı açıkça görmektir.》
Sayfa 69 - Okuyan Us YayınKitabı okudu
Reklam
Sayfa sayısı az olan bazı kitaplar vardır bir güne okursun ama uzun zamandır okuyorsun gibi gelir.Niceliğe değil niteliğe bakıyorum. Mesela,insanlar var bir günde kaç sayfa okuyabilirime önem veriyor,zannımca insanın dikkatini dağıtan şeydir bu. İnsan okuduğuna adapte olamıyor,okuduğundan zevk alamıyor. Akışına bırakmak lazım. Bu, yarına yetiştirmemiz gereken bir ödev değil ki... Evet,küçük hacimli kitapları diyordum."Yeraltından notlar" da bunlardan biri. Kaç defa okudum bu povesti,neden dönüp-dönüp tekrar okuyorum,onu da çözemedim. İnsan ruhunu ne kadar titizlikle inceliyor,her defasında hayran bırakıyor. İnsanın içindeki "öteki ben" i uyandırıyor. Hayallerden çıkıp ,gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor. Kendimizle yüzleşme cesaretini uyandırıyor:"Ben sizlerin korkaklığınıza "ölçülü davranış" kılıfını geçirip,yarım bıraktığınız her şeyi sonuna kadar götürdüm. Hayatın gerçekleriyle sizden daha fazla yüz-yüze geldim."-diyor.Bitti artık diyorum,Dostoyevski okumayacağım ,eskisi gibi etkilenmiyorum diyorum ,Proust,Cortazar,Joyes gibi yazarlara geçebilirim diyorum,ama farkında olmadan yine Dostoyevskide kendimi buluyorum. Ben o "limiti" aşamıyorum... "Ölü doğmuş bizler,uzun zamandan beri canlı olmayan babalar soyundan ürüyoruz,gittikçe hoşumuza gidiyor bu... Öyle ki,çok yakında,düşüncelerden üremek için bir yolunu bulacağız."
Mânâ ıstırapdadır.
Zindanda Oscar Wilde "ıstırap’ı anlıyor. Her şeyi ona bağlıyor. "Doğada anlamsız olan hiçbir şey yoktur. Istırap ise en çok anlamı olan şeydir." Bu, Kafka'nın, Van Gogh’un, Proust'un sancısı, diye düşünüyorum. Belki Beethoven'ın da, bütün büyük yaratıcıların da sancısıdır. "Şimdi yanlarında bulunmak istediğim insanlar, salt sanatçılar ve bütün ıstırap çekenlerdir," diyor. "Güzelliğin ne olduğunu bilenlerle ıstırabın ne olduğunu bilenler; bunların dışında kimse beni ilgilendirmiyor." Bu büyük ağrı, bu büyük sancı, Dostoyevski'de de var. Bunun simgesi, sanırım İsa'dır. Oscar Wilde, aslında mutluluğu ıstırapta arıyor. Ki bu bence de "anlam"ın ta kendisidir. "Bundan sonra mutlu olmayı öğrenmeye çalışacağım," diyor. Artık yolunu bulmuştur. "Istırap bizi yeniden Tanrı'yla buluşturur," diyor. Dante'nin de yoluydu bu.
Sayfa 61 - Can YayınlarıKitabı okudu
...XIV. Louis de Hollandalı ustaları sevmezdi, o da şatafata düşkündü, yine de netice itibariyle büyük bir hükümdardı. Üstelik II. Wilhem, XIV. Louis'in aksine, ordu ve donanma açısından ülkesini silahlandırdı; umarım onun hükümdarlık dönemi, beylik deyişle Güneş Kralı'nın saltanatının son yıllarını karartan felaketlere asla sahne olmaz. Bence
Sayfa 343Kitabı okudu
Arayış kavramı dinsel veya laik, eski ve yeni, uygar ve ilkel tüm kültürlerde bulunur. 20. yüzyılın en büyük edebiyat eserlerinin çoğu arayış öyküleridir. Joyce'un Ulysses'i sıradan kahramanın yola koyuluşu, geçtiği sınavlar ve yeniden doğuş için eve dönüşünü anlatır. Proust'un devasa romanı yaşam boyu süren bir anlam arayışının öyküsüdür ki sonunda anlamın öykünün yazılışı olduğu ortaya çıkar. Kafka'ysa arayış efsanelerine modern bir yaklaşım ekleyerek arayışın daima boşuna, ödülün daima erişilemez yerde olduğunu söylemiştir: "Bir yer var ama oraya gidecek yol yok."[120] K bu yüzden tüm çabalarına rağmen şatoya giremez. Ama asla vazgeçmez. Kafka'nın hüsrana uğramış diğer arayışçılarının hiçbiri vazgeçmez. Bir buçuk sayfalık "Kanun Karşısında"da taşradan gelen bir adam baroya girmeye uğraşır ama hoyrat bir kapıcı tarafından engellenir. Adam çeşitli stratejiler –dil dökme, rüşvet, yakınlık kurma– dener ama hiçbirinde başarıya ulaşamaz. Kapıcı Nuh der, peygamber demez. Yıllar geçer ve ölmekte olduğunu fark eden arayıcı son bir soru sorar: "'Herkes Baro'ya ulaşmaya uğraşıyor' diyor karşımdaki, 'madem öyle, neden bunca yıldır benden başka kabul için yakaran bir kişi bile görmedim?'" Kapıcı, adamın ömrünün sonuna geldiğini anlar ve zayıf kulakları duyabilsin diye eğilip bağırır: "Buraya kimse kabul edilemez çünkü bu kapı sadece senin için yapıldı. Kapatıyorum şimdi."
Reklam
Proust diyor ki;
“Okuma zihni hayatı uyandırmalı, yerini almamalı onun.”
Emin olamamak hiçbirşeyden,tereddüt etmek aynadaki görüntüden,doğal bir uyuşturucu gibi. O kadar tereddüt ediyorsun ki fazla düşünmekten uyuşuyorsun. Bütün ihtimalleri hayal ediyorsun. Bütün sonuçlarıyla. Birileri buna halüsinasyon diyor. Oysa hayatın ta kendisi halüsinojen. Oksijenin kendisi uyuşturucu. Öyle bağımlısı olmuşuz ki birkaç dakikalık eksikliği öldürüyor. Her aldığım nefes boğazımı yakıyor. Ben çok zor yaşıyorum. Doğumumdan beri ölüm döşeğindeymiş gibi yaşıyorum. Onun için bir restoranda oturunca masayı kendime doğru çekiyorum,sandalyemi oynatmadan. Çünkü hasta olan benim. Herşey bana göre düzenlenmeli. Ben gitmem. Onlar gelsin. Zaten kimse kimseyi çağırmıyor. Kimse kimseyi kovmuyor. Beynimdeki düşünce tarlasında zıplayarak gezdiğim için pek bir anlamı yok yazdıklarımın. Maupassant nın meşhur baş ağrıları Proust un hassas bünyesi Kinyasın zalim sıtması.
Proust, okuma için der ki:
" Ama en azından dostluğun samimi bir biçimidir, " diyor okuma için, " ve bir ölüye, olmayan birine yönelik olması ona çıkarsız, neredeyse dokunaklı bir hava verir. "
Sayfa 46 - Notos KitapKitabı okudu
29 öğeden 16 ile 29 arasındakiler gösteriliyor.