Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Garibin anası pencerelerden Yanık türkülerle yollara bakar İncecik yüzünde her akşam üstü Çizgi çizgi nokta nokta bir efkar. Fakirin anası her sabah sessiz Ağlar çocuğunun aç çıplak durduğuna Elleri koynunda kalır çaresiz
Atmaca burada bir nefes aldı ve gözlerini yere indirdi : " Düşünüyorum, birleşsek bu ikimiz içinde sahiden azap olacak. Aramızda anlaşılmaz, boğucu bir havanın dolaştığını hissedeceğiz. Eğer o bana açılamaz, bana naz edemez, bana içinden geldiği gibi sarılamazsa, gözleri her zaman : 'Ne diye gençliğini benim için nâra yaktın, sana yazık değil mi ? ' demek isterse, ben ne yaparım ? Her sözümden, her tavrımdan alınır ; kızsam ona dokunur, sevsem ona acıyormuş gibi gelir, kucaklasam boş olan kolunun yerinde bir sızı duyar ve bunlar hep böyle sürüp gider... Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini soram, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk... Senin Atmacan artık kanatlarını kımıldatacak halde değil ! .. "
Reklam
Biz dünkü kudretimizi ,dünkü topraklarımızı çocuklarımıza unutturup onları dünsüzlükle sadece bu günü yazmaya zorlayarak köksüzleştirirken, biz Doğu Türkistan'ı bile bir Çinli ağzıyla ¨Singhan¨ diye anarken Batı Trakya´yı ,Ege adalarını Musul´u Kerkük´ü hafızalarımızdan silerken Yunanın İstanbulu geri alma fikrini bir iman gibi çocuklarına talkin edebilmek için uydurduğu mersiyelerin, efsanelerin mana ve hedefini acaba idrak edebilirmiyiz?
Sayfa 134Kitabı okudu
Sorgu yine aynı şiddetle başladı. Abuzer'e durmadan neden geri döndüğünü, nerede kaldığını, kimlerle görüştüğünü sorup durdular. Abuzer'e bedeni defalarca havaya kalktı indi, aynı anda iri bedeni elektrikle defalarca titredi, sarsıldı. Ama o ağzını açıp cevap bile vermedi, yalnızca bir seferinde neden hiç konuşmadığını sorduklarında, "konuşup da sizin dikkatinizi dağıtmak istemem," dedi. "Ne de olsa siz devlet görevi yapıyorsunuz. Bu yüzden kıymetli zamanınızı almak istemem. Siz bana aldırmayın işinize devam edin."
Madem şans bana bir kez olsun gülümsemek istemişti, neden onu geri çevirecektim ki ?
Sayfa 114Kitabı okudu
‘’Yeni Nazım Hikmetler ise bin yıllık kelimelerimize savaş açarak bizi hem Cumhuriyet Edebiyatı’ndan koparmak hem de kültürümüzün İslami değerlerini silmek istiyorlar. (…) Sokak külhanbeylerini bile utandıracak bayağılıklarla bana sövüp saymadılar mı? Nazım Hikmet’in çırakları, ustalarını çoktan gerilerde bıraktılar.’’ ‘’Türk kaşığıyla İngiliz zehri içmenin ne faydası var?’’
Reklam
TURAN -Sadık Kemal Tural kardeşimize- Ben Altay dağlarından koparak geldim Yüreğimde Türkistan'dan binbir nakış var Çok şükür aslım da neslim de belli Türküm müslümanım o dağlar kadar. Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum Dokuz evliya gücüyle yürüdüm geldim Büyüdü benimle mübârek yurdum Ebed-müddet bu devleti ben kurdum.
Halbuki Osmanlı'nın yetiştirdiği en büyük isimdir Atatürk. Fatih'in, Yavuz'un ve diğer padişahların adını babadan öyle doğduğu için duyuyoruz. Oysa sen Selanik'te yoksul bir Osmanlı ailenin çocuğu olarak doğ, o yoksul şartlarda git parasız yatılı oku. Oradan çık, dünyaya adını duyur, 20.yüzyılın en büyük lideri ol. Dünya çapında savaşlar kazan, iki kere İngiliz kabinesi yıkılsın senin yüzünden ve bir model oluştur dünyaya ve ölümünden bu kadar yıl sonra bile dünya basını senden bahsetsin. Bana bir tane böyle mucize gösterin ya!
Sayfa 521Kitabı okudu
‘’Evin yaşlı sahibesi yaşlı gözlerle cevap verdi. Dedi ki ‘’Bu sosyalist rejim 65 yıldan beri İslamiyeti ve ezanı yasakladı. Minarelerimizden ezan okunmuyor. Ben artık ömrümün son yıllarını yaşıyorum. Bu kese kağıdının içinde, Türkiye’de ezan sesi duyan toprak var. İstiyorum ki ben öldükten sonra çocuklarım, üzerime ezan sesi duyan toprak serpsinler. Sevincim, heyecanım, bahtiyarlığım bana Türkiye’den ezan sesi duyan toprak getirilmesidir.’’ Bu sözler beni de çok duygulandırdı. Akif ne güzel söylemiş: Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.’’
’’Bana göre, dilimizin, ırkımızın en büyük düşmanlarından biri olan Stalin sağ olsaydı da bizim Milli Eğitim Bakanlığımızın başına geçip otursaydı, işte ancak böyle kararlar alırdı.’’
Reklam
Yavuz’a baktı ‘Sen ve ben asla çözülemeyecek bir denklem gibiyiz. İlgi çekici ve uğraştırıcı ama asla sonuca ulaşılamayacak bir denklemiz’ Yavuz uzanıp sehpanın üzerindeki bardağı alırken karşılık verdi ‘Oysa ben farklı düşünüyorum. Sen bir bardak dolusu buz gibisin Esra’ Genç kadın yüzünden anlamadığı açıkça okunan bir ifadeyle Yavuz’a boş boş baktı. ‘Bu ne bir çeşit haraket mi?’ Yavuz sırıttı ‘Anlamıyorsun değil mi? Seni avuçlarım arasında yeterince uzun süre tutarsam eninde sonunda eriyeceğini biliyorum. Tıpkı bir bardak dolusu buz gibi.’ Esra ayağa kalkıp, bir eli belinde onu bir süre süzdü ‘Ve bu benzetmeden etkilenmem mi gerekiyor?’ Yavuz güldü ‘Hayır etkileyici olan seni aşkımla eriteceğim kısmı değil. Asıl güzel olan eridikten sonra seni, yani aşkını kana kana içecek olmam’
Nefis ve malını Cenab-ı Hakk'a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle: Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı
Uydurulmuş, kaba-saba kelimelerle yazılan kitapları kat'iyyen okuyamıyorum. Elime aldığım bir kitabın kelimeleri, bana anne sıcaklığı gibi, sevgili yüzü. gibi, memleket türküleri gibi gelmeli. Çünkü Türkçe, benim için çok önemli. Türkçe varlık sebebimiz. Cemil Meriç'le ayni kanaatteyim: "Kamus'a uzanan el, namusumuza uzanmış demektir!" Bir de devrik cümlelerle yazılan kitaplarda çok uzağım. Devrik cümleler ile yazılan eserleri okuyunca, kendimi nadasa bırakılmış, uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasındaymışım gibi yorgun bitkin hissediyorum. Huzuru, öylesi kitapları kapamakta buluyorum. Yalnız yetmiş iki yıllık ömrümde bunun tek istisnası oldu: Harun Tokak'ın,tamamen devrik cümlelerle yazılan iki kitabı, beni, anlatılmaz bir çekim kuvvetiyle kendisine bağladı. Bağladı da ne demek, Önden Giden Atlılar, zaman zaman gözyaşlarımla ıslandı. İkinci kitabı olan Yoldakiler ise, bitirinceye kadar elimden düşmedi. Yoldakiler de, Önden Giden Atlılar da, beni adeta bir anafor gibi birdenbire içine çekti. ( Yavuz Bülent Bakiler )
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.