Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
İktisadî boşluğun krizi yok oluştur.
Karl Marx tarihi ve iktisadi ekolünden olan kimseler, bugün Türkiye'nin geçirmekte olduğu tarihi devreye, burjuvazinin (burçlu-şehirli sınıfı, orta sınıf, sanat ve ticaret erbabı) oluşumu namını vermektedir. Osmanlı tarihinin bir iki asırlık devresinde, Türk orta sınıfı, dünyanın iktisadi gelişmesiyle orantılı ilerleyemediğinden, yok derecesinde önemsiz kalmıştı; bu açıklığı gayrimüslimler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, yabancılar dolduruyordu. Ve bu, bir toplum için çok tehlikeli bir vaziyetti ki, tehlikeli işlerini son çeyrek asırda hepimiz bariz ve feci bir surette gördük.
Ekmeği müşterinin evine götüren ise fırıncı değil, tablakârdı (tabla,İtalyanca' dır). Bu kelime İtalyanlar'dan kalmış, diğer birçok deyim gibi. Çünkü Türkler, yıllarca ülkenin sahibi, fakat asker, idareci olmuşlar. Sanatkârları, tüccarları İtalyanlar ve Rumlar olmuş. Tablakâr'ın "kâr" eki de Farsçadır. Ekmeğin resmi adı ise ekmek değildi. Devlet ona "nân-ı aziz"derdi. Bu da Acemcedir. Ekmekçi esnafına da "Habbazan cemaati" denirdi. (Arapça "hubs"dan türemiş bir söz)
Reklam
Türkler, şerir ve rafızi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor; hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı.
Komünistler vardı mesela, annem gibilere deniyordu. Orospular annemin arkadaşı Rezzan abla gibi olanlardı. Ermeniler ve Rumlar da vardı ama onlardan kimseyi tanımıyordum. Babaanneme göre onlar da bizim için tehlikelilerdi. Uğursuzlardı, açgözlülerdi, iftiracılardı, topraklarımızda gözleri vardı, gözleri çıkasıcaların.
Hem 1919’da, Samsun ve havalisindeki anarşi veya asayiş bozukluğu bahsinde ve gerçekler çatışıyordu. Bize göre, oralardaki yerli Rumlar, hele İngiliz ve Fransızların gölgesinde Yunan gemilerinin İstanbul sularına gelmelerinden, Karadeniz kıyılarında gösterişli dolaşmalarından cüret alarak, müdafaasız Türk halkına saldırmışlardı.
Sayfa 398
Gece Namazı Düşmanlara Karşı Zaferin Yoludur:
Rumlar müslümanlar önünde yenilgiye uğradığında Rum Kralı Hirakl askerlerine ''Neden hezimete uğruyorsunuz?'' deyince Rumlardan önde gelen bir din adamı: ''Çünkü onlar geceleri namaz kılıyor, gündüzleri oruç tutuyorlar'' demişti. [ Tarihu Dımeşk, İbn Asakir 1/143 ]
Sayfa 706 - karınca polen
Reklam
Fakat böyle olmakla beraber Anadolu'daki Rum dayanması tamamıyla kırılıp bu ülke bize açılmış değildir. Bu zafer, Anadolu'da Rumlar'a karşı kazanılan büyük meydan savaşlarının ne ilki, ne de sonuncusudur. 1048'de kazanılan Pasin Meydan Savaşı, düşman ordusunun yok ve kumandanının tutsak edilmesi bakımından tamamıyla Malazgirt'e benzediği gibi, Malazgirt'ten sonra kazanılan 1072 Kayseri, 1073 Paflagonya, 1074 Antakya meydan savaşları da tam zaferle bitmiş ve bunların hepsinde de Rum ordularının başkumandanları tutsak edilmiştir. Böyle olduğu halde Bizans'ın bel kemiği kırılamamış, Bizans, Anadolu'nun bütününü yine ele geçirmek azminden ve düşüncesinden vazgeçmemiştir.
" “Süleyman döneminde Alman rahibi Luther bile “Türkler gelip de Almanya’da adilane idarelerini acaba kurmazlar mı?” ümidini besliyordu. O zamanların Almanları, İstanbul’ un fethi arifesindeki Rumlar gibi, Alman imparatorunun ve Alman feodal beylerinin zalimce idareleri altında bulunmaktansa, Türklerin yönetimi altına geçmek daha iyidir, diye düşünüyorlardı.” (...)
Sayfa 486
Ve köy karanlıklara gömülüverdi. Bir sabah, köy alanından tüyler ürpertici bir çığlık yükseldi. "Buralardan uzaklaşın! Yeryüzünün güçlüleri böyle bu­ yuruyor! Bütün Rumlar Yunanistan’a, bütün Türkler Türkiye’ye! Çocuklarınızı, kanlarınızı, ikonalarınızı alın ve gidin! On gününüz var!”
Ünlü şair Petrarca’nın Papa XI. Gregorius’a yazdığı mektup ilginçtir. Petrarca bu mektubunda, Osmanlı tehlikesine karşı mücadeleyi, sadece Doğu Hristiyanlarını Roma’ya bağlamak için bir araç gibi düşünüyordu. Mektubunda diyor ki “Osmanlılar sadece bir düşmandır. Heretik Rumlar ise düşmandan daha beterdir.
Sayfa 17 - İş bankası Kültür Yayınları
Reklam
Lord Kinross bir yabancı olarak o günleri şöyle tasvir ediyordu: "İstanbul, İtilaf Devletleri'nin himayesi altında üzgün, umutsuz ve felaket duygusunun ağırlığı altında ezilmiş gibiydi. Herkes, şimdi artık bize istediklerini yapar korkusu içindeydi. Soğuk ve karanlık bir kış başlamıştı. Kömür yoktu. Tramvaylar işlemiyordu. Boğaz vapurları az ve seyrekti. Ana caddeler yarı aydınlık, yan sokaklar da kapkaranlık olduğu için hırsızlara, soygunculara gün doğmuştu. Polis azdı. Türkler evlerine kapanmış, kendi kendilerinin gölgesi gibi ancak -o da ateş pahasına- ekmek almak için dışarı çıkıyorlardı. Beri yandan, Rumlar sokaklarda caka satarak dolaşıyor ve rastladıkları Türkleri itip kakarak duvar kenarına sürüklüyor, geleni geçeni Yunan karargâhında dalgalanan mavi beyaz bayrağı selamlamaya zorluyorlardı."
Sayfa 190 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Yafes: Nuh peygamberin oğullarındandır. Künyesi "Ebül-türk"dür. Türkler, Moğollar, İranlılar ve Rumlar onun soyundan gelmişlerdir.
Sayfa 484 - Milli Eğitim Yayınları 1952 BaskısıKitabı okudu
Şahsiyet İslam'la yoğrulsun bir kez, Şam da tes- lim olur inanca Kudüs de. Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Kudüs'ü kuşatır da "Lebbeyk" demez mi Kudüs. Ba- rış anlaşmasını Hz. Ömer'in imzalamasını talep etmez mi Ebû Ubeyde'den. Şam'ı kaybetmeyi hazmedeme- yen Rumlar şehre yeni ordularla yüklense de her defa- sında ümmetin Hakkıyla Emin Adamı'na koşmaz mı Şam. Hep bir hareket, hep bir telaş, hep bir yenilik. "Bir müminin kalbi serçenin kalbine benzer; daima bir telaş ve değişim içindedir," diye anlatıyordu bu hâli Ebû Ubeyde.
Rumların Bitmek Bilmeyen Türk Düşmanlığı
Türk Ortodokslarının Rum mezarlığına defnedilmesine tepkiler günümüzde de devam etmektedir. Apoyevmatini gazetesi sahibi Mihail Vasiliadis, "Bu mezarlık Rum-Ortodoks mezarlığı. Bu insanlar bırakın Rum'u, Ortodoks bile değiller. Bunların kurduğu yalancı bir kilise var. Bir kilisenin, kilise olabilmesi için Ekümenik kilise ve diğer 17 kilise tarafından anılması ve kardeş kabul edilmesi gerekir. Ben annemin, babamın mezarını ziyarete geldiğimde Rumlara kötülük yapan bu milliyetçi insanların mezarlarını, mezarlığın ortasında görmek zorunda mıyım? Biz Rumlar olarak bu mezarların kaldırılmasını talep ediyoruz." diyerek mezarların kaldırılmasını talep ettiklerini ifade etmektedirler.
Ondokuncu yüzyılın sonuna doğru (1885) İstanbul nüfusunun dini cemaatlere göre dağılımı şu şekildedir: Müslümanlar yüzde 44.06, Rumlar yüzde 17.59, Ermeniler yüzde 17.10, Bulgarlar yüzde 0.50, Katolikler yüzde 0.73, Yahudiler yüzde 5.05, Protestanlar yüzde 0.08, Latinler yüzde 0.11, ve bilinmeyenler ile diğerleri yüzde 15 civarındadır (Eryılmaz, 1990).
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.