Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Keçi de zıplaya zıplaya arkalarından geliyordu. Gringoire'yi gördüğüne öyle sevinmişti ki, ikide bir bacakları arasında hoplayıp zıplayarak şair sendeletiyordu. Gringoire da düşer gibi olduğu her sefer: "Hayat böyledir işte. İnsana hep en iyi dostları çelme takarlar..." diyordu.
Keçi de zıplaya zıplaya arkalarından geliyordu. Gringoire'yi gördüğüne öyle sevinmişti ki, ikide bir bacakları arasında hoplayıp zıplayarak şair sendeletiyordu. Gringoire da düşer gibi olduğu her sefer: "Hayat böyledir işte. İnsana hep en iyi dostları çelme takarlar..." diyordu.
Gringoire
Reklam
İlhan Kemal yazdı... Efelya, şairin romanı... Şiirin dışında başka denemelerim de oldu: Öyküler yazdım. Roman yazmaya kalkıştım, yarım bıraktım. Başka uğraşlara daldığımda şiirin bir köşeden bana dalgınlıklar büyüttüğünü, dargınlıklar kuşanmak için aklının karıştığını hissettim. Şiir "ben ikincil planın olmak istemem" diyordu bana adeta, gönül koyuyordu. Kendime sorular sormaya kışkırttı beni şiir: Ne olarak anılmak isterim? Şair? Romancı? Öykücü? Ressam? Buna vereceğim cevap ne olacaksa ona yoğunlaşmalıydım. Cevabı bulduğumdan beri öteki çalışmalarımdan caydım. Çünkü hepsini birlikte götüremezdim, şiirim akamete uğrardı. Ama sevinçle görüyorum ki hepsinde de başarıyı kucaklayan arkadaşlarım var. Şiiri de güzel yazıyorlar, romanı da, gitar da çalıyorlar, saz da, türkü de söylüyorlar, şarkı da. Bir koltukta on karpuz. Düşürmeden taşıyorlar. Onlardan biri: Mehmet Binboğa. Benim gözümde şair. Ama romancılıkta da ben buradayım diyor Efelya ile. Efelya, şairin romanı. Yazarının şair olduğunu bilmeden okusak bile romanın şiir tadındaki dili hemen ele veriyor bir şair tarafından yazıldığını. Kutlarım.
"Ağıtlardaki meleğin, Hristiyanlığın meleğiyle hiçbir ilgisi yoktur; o daha çok İslâm'ın meleklerine yakındır." Rilke'nin bu sözleriyle Cebrail Aleyhisselam'ı kastettiğini düşünebiliriz. Zira son şiirlerinden Muham med'in Yakarması'nda "...Melekse, buyururcasına, gösteriyordu | levhasında yazılmış olanı yalvarana | gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku" diyordu. Rilke, Tanrı'yı Arayan şair olarak bilinse de onun Kurtu- ba'dan Prenses Marie'ye yazdığı şu satırları pek bilen yoktur: "Kur'ân'ı okuyorum. Bana söylediklerine yer yer öylesine katılıyorum ki içimden var gücümle haykırarak onun sesine katılmak geliyor. Orgun içindeki rüzgâr gibi..."
Sayfa 88
“Tanrı cezamı versin ki, Bill” diyordu (Bill dediği Shakespeare’di), “büyük bir dalga geliyor, sen de onun tepesindesin”; Kit demek istedi ki, diye açıkladı Greene, İngiliz edebiyatında bir altın çağın eşiğindeydiler, Shakespeare de çok önemli bir şair olacaktı. Bereket iki gece sonra sarhoşlar arasından çıkan bir kavgada öldürüldü Kit, bu kehanetinin ne şekilde gerçekleştiğini göremedi. “Zavallı budala,” dedi Greene, “kalkıp böyle bir şey söylemesi. Altın bir çağmış – Elizabeth dönemi altın çağ ha!”
Sayfa 72 - Kırmızı Kedi Yayınevi
Reklam
+Onlar bunu istiyorlardı fakat Allah Resûlü (s.a.v.) de amcasının etrafında dönüp duruyordu. Büyük bir gayretle, "Amca ne olur la ilahe illallah' de... Ne olur 'lâ ilahe illallah de... De ki Allah katında senin için şefaatçi olabileyim!" diyordu. Ebû Talib bir türlü bu davete icabet etmedi ve o anlarda ibretlik bir söz söyledi: "Yeğenim, senin doğru olduğunu biliyorum. Getirdiklerinin hak olduğunu da biliyorum. Ama ben şu anda iman edersem, Ebû Tâlib ölüm korkusuyla bu cümleyi söyledi diyecek Kureyşli kadınların diline düşmek istemiyorum." Bu nedir biliyor musun Bekir kardeşim? El ne der putudur. Bu put kimlerin ocağını batırmadı ki... -Çok doğru. İnsanlar ne der diye kahrolası bir put vardır diyor şair. El âlem ne der? +O gün Ebû Tâlib'in ocağını batıran da buydu. Allah Resûlü (s.a.v.) ne kadar ısrar ettiyse de Ebû Tâlib bir türlü bu takıntıyı aşamadı.
Sayfa 175 - Hüzünlü Ayrılıklar Ve Taif YolculuğuKitabı okudu
Emily’nin şiirleri konusunda o denli ihtiraslıydı ki şair ona “Domingo” diyordu. Bu kelimeyle kastettiği Susan’ın kelimelerle kendinden geçmiş bir şair için en az rom kadar ilham verici olduğuydu.
GEÇMİŞTEKİ "LİNÇ KÜLTÜRÜ"
Abbasi Hilafeti'nin başlarında, Halife Me'mun, 813 yılında Mihne yani bir tür Engizisyon mahkemesini kurarak, Mu'tezile'nin temel görüşlerinden olan "Kur'an'ın yaratılmışlığı" (mahluk olduğu) doktrinini dayatmıştır. Mihne uygulaması kesinlikle yanlış ve akılsızcaydı. Sonucu da felaket oldu. Yine de sadece
Sayfa 226Kitabı okudu
Bir hasta bana şöyle diyordu: "Benim acılarımın neye hayri var? Acılarımdan yararlanabilecek, ya da onlarla böbürlenebilecek bir şair değilim ki."
Sayfa 103 - metis yayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Üniversitede ve mahpusanede bazı arkadaşlarım, 'Nâzım'dan sonra şiir yazmak, boşuna bir gayret, hatta saygısızlık,' diyordu. Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğruydu. Ne var ki "Nâzım gibi şiir yazmak ile 'Nâzım'dan sonra şiir yazmak' arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. Elbette Nâzım'ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. Ama Nazım'dan da, başka ustalardan sonra da şiir yazılacaktı. Yoksa Shakespeare'den sonra trajedi, Moliere'den sonra komedi yazmak gerekmezdi. Nitekim, Dede Korkut, Yunus, Pir Sultan, Şeyh Galip ve Fuzuli gibi büyük ustalardan sonra da soylu şiirler yazılmıştır..."
Sayfa 178Kitabı okudu
Acı olmayınca tatlı da olmaz .. diyordu şair o aklıma geldi!..
"Hiç Evet dediniz mi hazza? Ey dostlarım, o zaman Evet demiş oldunuz her acıya. Her şey birbirine kenetli, bağlı, sevdalıdır, - - hiçbir defayı iki defa olsun istediniz mi; hiç dediniz mi "Hoşuma gidiyorsun mutluluk! Sessiz ol, an!" Öyleyse istemiş oldunuz her şeyi geriye! Her şey yeni baştan, her şey bengi, her şey birbirine kenetli, bağlı, sevdalı, böyle sevdiniz siz dünyayı, - - siz bengi olanlar, sonsuza dek ve her zaman seversiniz onu: ve acıya dersiniz ki: Yok ol, ama gel geri! Çünkü her türlü haz - bengilik ister!.."
Bu gece Ahmet Cemil'in uykusunun göklerinde, bu dönen bulutlar arasında, kırmızı, alaycı bir ay yüzü daha ileride, kaybolmuş bir ufukta, bulutlar ve köpükler içinde belirsiz, sanki bir kıskançlık eliyle silinmiş bir yüz sonra bir ses ki derinlerden, sanki yerin bağrından, bir yanardağın uğultuları içinden karışık bir örtülülükle çıkıyor: "Evet, şair efendi, diyordu; evet, o genç kız..!"
Sayfa 116Kitabı okudu
Hindistan, İngiltere'nin refahı için vazgeçilmez hale geldikçe milyonlarca Hindistanlı pekala önlenebilir kıtlıklarda, açlıktan can vermeye başlamıştı. İngiltere'nin acımasız ekonomi politikalarından ötürü İngiliz Sömürgeciliği Holocaust'u diye tabir edilebilecek olan bu durumun sonucu olarak 30 ila 35 milyon Hindistanlı açlıktan
325 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.