"Halkı fakir olan zalimlerin sarayları er geç yanar.Alev almamış tek bir saray yoktur dünyada.Kimini gerçekten alevler sarar,yakar,kimi paçasından tutuşur yanar.Ama her saray mutlaka yanar."
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor Güneş ve Ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin...
Van vilayetinin ele geçirilmesi Rus savaş planının temel taşıydı. Van vilayetindeki en önemli Ermeni saldırılarının Rus işgalcilerin aşması gereken dağlık geçitlerde yer almış olması tesadüf olmasa gerek. Eğer birisi modern zamanımızda sıklıkla duyulan Ermeni haykırmaları gibi, Ermenilerin sadece kendilerini savunmakta olduğunu iddia edecek olursa, ilk saldırıları neden Ermenilerin gerçekleştirdiğini nasıl izah edecektir? Van'ın Saray ilçesi yakınındaki çok başarılı Ermeni eylemleri gibi isyan saldırıları, Rus savaş planının bir parçası haricinde nasıl izah edilebilir? Saray bölgesinde, toplam nüfusun sadece %4'ünü teşkil eden, çok küçük bir Ermeni nüfusu mevcuttu. Eğer kendilerini korumak ihtiyacı doğmuş olsa, savaş öncesindeki Taşnak planında öngörüldüğü üzere, onları Ermeni nüfusunun yüksek olduğu yerlere nakletmek en iyi savunma olurdu. Fakat Saray bölgesi stratejik bakımdan önem arz etmekteydi. Orası, İran'daki Rus ordusuyla Osmanlı ordularının arasındaki Kotur geçidini koruyordu. Ermeni savaşçıları başka bölgelerden buraya nakledilerek, Kotur Geçidini savunan Osmanlı askerlerine arkadan saldırıp Osmanlı ordularını Van'ın Saray ilçesi yakınlarında yenilgiye uğrattılar. Onlar kimseyi savunmuyorlardı, Ruslara yardımcı olabilmek amacıyla saldırıyorlardı. Bu bir savunma hareketi değil, Rus taraftarı gerilla faaliyetiydi.
Sayfa 142 - TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARIKitabı okuyor
Hapishane
Biri Silivri çok soğuk dedi.
Dedim ki Silivri'ye Silivri'yi yapanlar sonunda tıkılacak.
Zaten yirmi yıldır Türk ulusu hapishane de yaşıyor.
780 bin metre kare büyüklüğünde bir hapishane yaptılar. Dünyanın en büyük hapishanesi.
380 bin metre karede denizde Türklerin yurdu vardı. Oraya yurt gözüyle hiç bakmadılar. Denizcilik Bakanlığı kurmadılar.
Susuz denizde bu yüzden boğuldular. Saray denen hapishaneye tıkıldılar. Şimdilik
Devrim sonrası o sarayı mahşer tufanı canlı ölü ibreti müzesi yaparak insanlığın ziyaretine açacağız. Ankara'ya gelip görsünler diye turizme açacağız. Dünyada ne kadar insan varsa bu müzeyi gelip canlı görecek ve ibretten ibret alıp geri yurduna dönecek kendine insan olarak dönecek.
Önder Karaçay
Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envaı, âlât ve edevatı arasında hakîmane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki kemal-i süratle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def'eder.
Nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder; nitekim saray havası da herkes için solunabilir değildir.
Osmanlı Imparatorluğu'nun klasik kurumsal yapısı, az çok birbirine yakın büyüklükte topraklan elinde tutan ve merkez den atanan memurlara oransal vergi ödeyen bağımsız bir köylü kitlesinin varlığını öngörüyordu. Bu memurlar, ya vergiyi merkeze aktarırlar ya da bunun karşılığında merkeze çoğu zaman askeri bazen de sivil nitelikte hizmetler verirlerdi Bu memurlann temel özelliği, statülerini miras yoluyla veya mahalli nüfuzlanna dayanarak değil, merkezi otorite tarafından tayin edilmiş olmaları dolayısıyla elde etmeleriydi. Aynı şekil de, ayncalıkları kolayca geri alınarak reaya statüsüne indirile bilirlerdi. Teorik olarak, 15. yüzyıldan sonra sadece hanedan ailesi varlığını başkalanna borçlu olmayan bir statüye sahipti;
bu statü padişaha güçlü kullanma servet bahşetme ve bu servetleri yok etme gücünü veriyordu. Böylesine mutlak bir iktidarın kullanılabilmesi için, çevrede güç odaklanrının henüz doğarken boğulmasını sağlayacak etkin bir mekanizmanın gerektği ortadadır. Müstakbel iktidar odakları ortadan kaldırılmaksızın klasik modelin sürekliliği sağlanamazdı; saray açısından, tebaaların, fermanla yükseltilmedikleri sürece, kontrol edilebilir bir durumda tutulmaları zorunluydu.
Nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder ; nitekim saray havası da herkes için solunabilir değildir.
Sultan Hamit tarafından niçin Adana'ya sürülmüş olduğunu kendisinden dinlemiştik:
- Yavaş yavaş mahremlerden oluyordum. Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum. Saray'da merak arttı ve lütuf beklerken nefyolundum. Sultan Hamit demiş ki: "- Bir Ebülhüdamız var, yeter... Osmanlı devletine iki Arap çok gelir."
İnsanlık tarihi boyunca, toplumların yaşamlarında; beylik demagoglar, zamane uşakları, saray soytanlarıları ve sirk cüceleri, hecin devesi gibi yol alanlar, söylenenleri yapan adamlar, tipik mandacılar, sömürge psikolojisiyle yaşayanlar, idarecinin en kötüsüne talimli olanlar, korkaklıklarını gizledikleri için "kapalı ağza armut
"Usulca kalkar, pencerede bir sigara içerdim. Saray uyur, burnu uyur, şehir uyur, martılar uyumazdı. Bir de karşı apartmanın arka pencerelerinden biri. O ışık bana iyi gelirdi. Nedenini bilmezdim."
Mustafa Kemal'in ''Vatan ve Hürriyet'' cemiyetindeki arkadaşları da İttihat - ve - Terakki Cemiyetine geçmekte idiler. Toplantılarda askerlerden Enver (sonradan Harbiye Nazırı ve Birinci Dünya Savaşında başkomutan) ilk hazır bulunanlardandı. Cemiyetin Paris'teki merkezi ile Selânik'tekiler arasında anlaşmazlıklar vardı. Paris'te yetkili bir temsilci bekleniyordu. Herkes bir asker ayaklanması ile Kanun-ı Esasi'yi yürürlüğe koydurmak davasında oydaştı:
- Peki ya sonra?
Bu soru üzerine duran bile yoktu.
- Sonrası kolay, der, geçerlerdi.
Hareket lidersizdi. Osmanlı İmparatorluğunun içinde bulunduğu şartlara göre, saray idaresi yıkıldıktan sonra, neler yapılacağı üzerine program değil, görüşme bile yoktu. Mustafa Kemal Şam'da staja gitmezden önce Beyrut'taki toplantılarda bile arkadaşları ile konuşmasında:
- Asıl mesele yıkılmak üzere bulunan imparatorluktan bir Türk devleti çıkmaktır, diyordu.
Nasıl ki balıklar suda, kuşlar havada, köstebek toprağın altında rahatsa, her insan da sadece kendine uygun atmosferde rahat eder; nitekim saray havası da herkes için solunabilir değildir.