“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın bir uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.”
Biliyorsun şefkat bir lisandır ki sağır da duyabilir, kör de görebilir. Ve yine biliyorsun, şefkatsizlik öyle bir anlatımdır ki duyanları sağır, görenleri kör eder.
Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben, uzunca kılmak arzusuyla, namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir, annesini zor durumda bırakmamak için, namazı kısa keserim.”
Burada anılan namaz, cemaate imam olup kıldırdığı farz namazlardır. Hadisten anlaşılacağı gibi, farzların cemaatle kılınmasına sahabe hanımları da iştirak ediyor, hatta beraberlerinde çocuklarını da getirdikleri oluyordu. Cemaatin arka saflarında yer alan kadınlardan birinin çocuğunun ağlaması, Peygamber Efendimiz’in namazı kısa tutmasına sebep olmaktaydı. Bu durum, Efendimiz’in ashâbına karşı ne derece merhamet ve şefkat hisleriyle dolu olduğunu, kadınları ve çocukları ne kadar koruyup gözettiğini gösterir.
Kant ahlaka duyguların karıştırılmaması gerektiğini düşünürdü. Duygulara sahip olmamız ya da olmamamız büyük ölçüde şansa bağlıdır. Bazı insanlar merhamet ve empati duyar, bazıları duymaz. Bazıları zalimdirve şefkat göstermekte zorlanır; bazıları paralarını ve varlıklarını bağışlayarak başkalarına yardımcı olmaktan zevk alır. Ama iyi olmak, aklını kullanan her insanın kendi seçimleri aracılığıyla ulaşması gereken bir şey olmalıdır.
"Kızlarım, ümitsiz hastalıkların, mukadder felaketlerin son bir ilacı vardır: Tahammül ve tevekkül. Elemlerde bir gizli şefkat var gibidir. Şikayet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karşılayanlara karşı daha az zalim olurlar."
"Fakat o saniyeden beri, tamamıyla senin oldum. Daha sonra anladım ki -tabii bunu çabucak anladım- bu parlak, bu etrafında bir mıknatıs tesiri yapan bakışı, bu sizi aynı zamanda saran ve soyduran bakışı, bu herkesi teshir etmek için doğmuş insan bakışını sen, yanından geçen her kadına, sana bir şey satan bir mağaza memuru kıza, sana kapıyı açan her hizmetçi kıza karşı ibzal ediyormuşsun; anladım ki bu bakışta senin için şuuri hiçbir şey yoktur; bu bakışta ne bir irade ne bir bağlantı vardır; fakat sende bütün kadınlara karşı olan şefkat hissi, gözlerin onlara doğru döndüğü her vakit, gayri şuuri olarak bakışlarına bir sıcaklık ve tatlılık veriyor."
Sonra o seyahat-i fikriyeye alışan o mütefekkir misafire, küre-i arz lisan-ı haliyle diyor ki:
"Gökte, fezada, havada ne geziyorsun?
Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım.
Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku!"
O da bakar görür ki:
Arz meczub bir mevlevî gibi iki hareketiyle; günlerin, senelerin, mevsimlerin husulüne