Serinin ilk iki kitabı gerçekten güzel ve sürükleyiciydi özellikle ilk kitabı oldukça güzel bir kurguya sahipti. 3. kitaba başladığımda kitaba dair hayal kırıklıklarım da başlamış oldu. Son iki kitap olmasa da olurdu. Özellikle üçüncü kitapta Ateş hiç kendi gibi davranmıyordu. Tanıdığımız Ateş değildi. 4. kitabın %90'ı affetmek için olan kısımdı ama bir aksiyon yoktu. Hare'nin bebek mevzusu da gereksiz uzatılmıştı. Hare son kitapta tek işlevi her şeye itiraz etmek olan salak bir kız gibi gösterilmişti. Alya da o kadar sevilen bir karakter değildi ama ihanet etmesi saçmaydı çünkü üçüncü kitapta Hare ile bir iş birliği sağlamışken tekrardan eski haline dönmesi hatta abisine de zarar getirecek bir ihaneti gerçekleştirmesi Alya gibi iğrenç birine bile yakışmıyordu. Çok masummuş gibi herkesin onun arkasından üzülmesi de anlamsızdı. Creff'in kaleye giderse Yasemin'i ele vereceğini kavrayamaması 5 yaşında çocuk olduğunu gösteriyor zannımca. Koca 4 kitap boyunca Hare'nin bir vasfa sahip olmak için o kadar fazla fırsatı vardı ki! Kraliçeliği saçma bir şantaja bıraktı, liderliği bıraktı ve bu görevleri yaptığı süreç boyunca ve sonrasında ne hikmetse hiçbir yerde sözü geçmiyor! Sofia daha güçlü bir karakterdi en azından bir şeyler için çabalıyordu. Emel gibi sümsük birine bile bir şey yapamadı Hare! Daha söyleyecek o kadar şey var ki son kitap hakkında ama kısaca özetlemek gerekirse benim için hayal kırıklığıydı.
Kitapta kadınların konumuna yapılan bir sonraki değinme bundan iki yüz yıl sonrasına, yani Stuartlar dönemine aitti. Orada da şöyle yazıyordu: "Üst ve orta sınıftan olan kadınların kendi kocalarını seçmeleri hâlâ istisnai bir olaydı. Koca bir kere seçildikten sonra, yasaların ve geleneklerin elverdiği ölçüde kadının hem efendisi, hem de
Şimdi bu kitaba söyleyecek çok şeyim var ama aslında hiçbir şey yok...
Öncelikle bu kitap benim okuduğum ilk türk klasiğiydi ve ben türk klasiklerini okumaktan çok korkardım (çok saçma ama olsun) ateşten gömleği okuduktan sonra daha da bir tırstım. Kitabı 20 günde anca bitirebildim çünkü yazım dili benim için yani türk klasiklerine başlayan biri için ağırdı diye düşünmekteyim. Aslında türk klasiğine bu kitapla başlamak çok saçma çünkü halide edibin yazım dilinin bir ağırlığı var ve çoğu kişi bunu bilir. Ben bunu bilmeme rağmen edebiyat hocamın önerisi üzerine okudum bu kitabı. Aslında ben klasik okumayı seven birisiyimdir yanlış anlaşılmasın. Ama çalıkuşu gibi bir kitapla başlamak yerine ateşten gömlek ile olaya dalmak hiç hoş olmadı.
Hikayenin kurgusunu çok beğendim, kurtuluş savaşı dönemi hakkında yazılmış önemli ve çok başarılı bir eser. Ancak tekrar söylüyorum yazım dili benim için çok ağırdı.
Bu kitabı benim için bir cümleyle özetlersem kesinlikle şu olurdu:
" Doğru kitap, yanlış zaman."
Bu evrende Allah'ın varlığına işaret eden güçlü rasyonel deliller vardır. (misal; kompleks tasarım gibi)
Ve benzer şekilde yokluğuna işaret eden bazı deliller de vardır. (kuantum mekaniği gibi)
Ve tek bir delil, bir şeyin varlığını/yokluğunu her zaman kanıtlamaya da yetmez.
Ama Allah'ın varlığı/yokluğundan ziyade, bizim için daha
bazen mecbur kalınan ve bitmesi gereken ilişkiler olur. çok şey söylenmek istenir bu gidişe.
ama sen gittiğinden beri her şey değişti. seni özlemenin de buruk bir tadı var. uzun zaman dönersin diye beklemiştim ama artık vazgeçtim. yıllar geçmiş. hayat devam ediyor, hiçbir şey yerinde kalmıyor, o eski sevdalar artık yok ve ben yolumu çizmek zorundayım. yine de bil ki, sen gelmiyorsun ya, eksiliyorum ve eksik yaşayacağım.
büyük bir aşk hikayesinin baş kahramanlarıydık.
son ana kadar birlikte olacağımızı sanmıştım, çocukça bir hayalmiş.
hangimiz daha çok sevdi diye düşünmüyorum, hem artık ne fark eder ki ?
ikimiz de sevmiştik, eminim bundan. ne kadere, ne sana söyleyecek kötü sözüm yok. olması gerektiği gibi oldu işte, ikimizin de istemediği şekilde.
sen olmasan, kalbim bu kadar büyük bir aşkın lezzetini nasıl tadacaktı? özlemenin, sevmenin, aşık olmanın, acı çekmenin her zerresini yaşattık birbirimize.
yaşattığın tüm duygular için teşekkür ederim.
demek isterdim.
ona bile değmezmiş.
herkes gittiği yerde kalmalı.
pişmanlığınla bir ömür yaşamalısın sen de.
Not: Bu inceleme, bir incelemeden çok daha fazlasıdır.
Yazım uzun olduğu için ve anlaşılma kolaylığı sağlamak adına sekiz bölüme ayırdım ve böylece daha ilgi çekici olduğunu düşündüğünüz yerlere gidip okuyabilirsiniz:
– Giriş
– Kitapla İlgili Düşüncelerim
– Nietzsche'nin Ailesinin Sağlık Geçmişi
– Nietzsche'nin Sağlık Geçmişi
– Turin
Bu inceleme başıma neler getirir bilmiyorum ama biz bizeyiz nasılsa diyerek başlıyorum. Kitap gerçek bir karakteri ele alıyor: Fernand Iveton. Giyotinle kafası gövdesinden düşmeden birkaç dakika evvel şu sözleri sarf ediyor: "Ben öleceğim," diyor "Ben öleceğim ama Cezayir bağımsız olacak."
Ölüm olağandır. Ölüm, gerçek manada
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu" diyor yazar Elie Wiesel.
Nobel Barış Ödüllü yazar Elie Wiesel'in ailesiyle birlikte Auschwitz ve Buchenwald toplama kamplarında kaldığı dönemi anlatan gerçek bir yaşam öyküsü.
Almanların Yahudiler üzerindeki hayal bile edemeyeceginiz iskencelerini anlatiyor.
Bir türlü gökyüzündeki yıldızların yerini güneşin sıcaklığına bırakmadığı bir GECE ' yi kaleme almış
Bir gun bu Ates söndüğünde gökyüzünde sönmüş yıldızlardan, ölü gözlerden baska hicbir şey kalmayacak
Günler geçse de o güneş bir türlü doğmuyor yüzlerine, annesi ve kız kardeslerinden ayırıyor bu hain savaş
Bir tek babası var yanında ondan kopmak ayri kalmak ölümden beter geliyor Elie'ye
Ölüm fırınları, açlık, yaşa bakılmadan idam edilen insanlar , sefalet vagonları "Ateş ateş " diye ölüme giden yaşlı ve güçsüz insanlar , dini inançlarını yitirisleri...
Diyorum ya bir türlü güneş doğmuyor bu kitapta
Kitabin kapaginda yazan not ile noktaliyorum yorumumu....
"Tüm insanlığa okutulması gereken kitap."
Oprah
Mahmure Abla geldi ve dedi ki:
— Dün gece Kolonel Heathcote Smythe geldi, seni görmek istedi. Şimdi, sen gelmeden önce de geldi, tekrar geleceğini söyledi.
Kolonel H. Smythe, Amerikalı Galthorpe’un sağ koluydu ve Rumeli Hisarı’nda bize komşuydu. Kendi kendime dedim ki: “Her hâlde şahsen beni tevkife gelecek değildir; olsa olsa, siyasî bir şeyler
... Ve bilgine sunulur, Harry bu sabah senin uçurmaya niyetlenmediğin arabayla geldi!"
"Harry mi?" dedi Mr Weasley boş boş. "Harry kim?"
Etrafına baktı, Harry'yi gördü, sıçradı.
"Hey Tanrım, Harry Potter mı? Tanıştığımıza çok sevindim. Ron bize sizden o kadar çok bahset...
"Oğulların dün gece Harry'nin evine gidip gelmek için o arabayı uçurdular!" diye haykırdı Mrs Weasley. "Bakalım bu konuda söyleyecek bir şeyin var mı?"
"Sahiden uçtunuz mu?" diye sordu Mr Weasley hevesle. "İşler yolunda gitti mi bari? Yani... yani demek istiyorum ki..." Lafını şaşırdı. Mrs Weasley'nin gözleri şimşek çaktırıyordu çünkü. "Bu... bu çok yanlış bir şey çocuklar - gerçekten çok yanlış..."
Şöyle ki.. söyleyecek çok şey var. Ama bunları kalbimizle hissetmesi daha güzel olduğu için siz kitabı okuyun. Kalemi çok güzel olan bir adam
Nurullah Genç . Şiirlerine giriş yapmak için de güzel bir kitap çünkü diğer kitaplarında genellikle biraz daha ağır bir dil var yanlış hatırlamıyorsam. Ama kalemi çok hoş biri o yüzden hepsi güzeldr yani. Neyse yazarı bırakayım. Yanii.. roman değil, deneme değil o yüzden çok fazla söylenecek bir şey yok ama okuyun okutun diyeceğim bir kitap çok seviyorum. Ahsldjldhdmd