''İsterim ki bu kitabı okuyunca, şehvetli bir kabus görmüş gibi olun. ''
Zalımsın PESSOAAAA...Bir karabasan gibi çöktü üzerime cümleler. Hem bedenen, hem ruhen zor günlerden geçtiğim bir dönemde bu kitaba denk gelmem tam acıdan zevk alma durumu oldu. Kendi acımı unutup, Pessoa'nın içine düştüğü bu derin sancıyı tüm bedenimle hissettim. Yoğun,
DİPÇE :
"Sanmayın ki yayımlansın diye ya da yazmak olsun, hatta sanat olsun diye yazıyorum. Ruh hallerini işlemeye dayanan sanatımın nihai amacı, varabileceği en üstün incelik, bilinçdışına göre mantıksız olan incelik bu olduğu için yazıyorum."
diyen Pessoa'yla anlam çıkmazına her düştüğümde yayımlamak kaygısı olmadığını, kendine özüne düş zeminine nakışlar işlediğini görmekle yetinmem gerektiğini anladım. Buna rağmen,düş dünyasında yakaladığım kendime dair her benzeşmenin tatlı şaşkınlığı ve tedirginliği ile dipçelere sığmayan bir yolculuğa çıktığımı söylemek abartılı olmayacaktır.
Değil mi ki Pessoa'nın heteronym(çoklu kişiliklerinde) ağında bir takma isimden öte yaşamış var olmuş kadersel bütünlüğe ermiş bu kişilerden biri günbatımını sahilden ya da kalbinin içinden seyrederken aynı hissi yaşayabilenlerin tanışıklığını sizin ruhunuza üflemesin.
Bir kez daha yaşadığım ve yaşamadığım her şeyin gerçek yazgımın dışında yaşayan fakat aslen gerçek olan düş düzlemimde var olduğunu hatta orada daha essah daha doğru ve dokunulmaz olduğunu, bunu anlamam için de Pessoa'yı elime aldığım ilk günle şimdiye dek geçen yıllar yıllar arasındaki her şeyin farkına varmam...
Bu inceleme yazısı ; inceleme düzeyinde bir katkı sağlamayacak elbette, öznel bir çizgiye yöneldi istemsiz...
Sonuç olarak bu kitabı okumak için en doğru zamanı seçtiğimi biliyorum...
Pessoa'nın huzursuzluğu, benim müphem dünyama açılan imgesel kapının tıkacını kaldıran ve düşsel yükselişimi kutsayan bir yapıta dönüştü.
Ondan ne öğrendim: "hiç"
Sevgiyle, esenlikle kalın.
Fernando Pessoa 'nın (1888-1935) hayatı boyunca yazdığı ve ölümünden sonra meşhur sandığında bulunan 27 bin sayfalık elyazmalarından derlenmiş, öldükten sonra bu sandıktan çıkan notlarından, günlüklerinden,
Dostoyevski okuma etkinliği ile başladığım kitabı kısa zamanda severek okudum.
Yaşlanmış , takma diş saç ve sakalla ayakta duran, kendini beğenen bir Prens ile annesinin son derece menfaatçi yaklaşımlarından kaçamayan bir genç kadının öyküsü.. İyi ile kötüyü ayırt edebiliyor küçük hanım, annesinin aşağılık fikirlerini onun yüzüne çarpacak kadar da açık sözlü. Bunlara rağmen annesi Marya onu nereden kandıracağıni gayet iyi bilmekte ve kızını sözde onu düşünüyormuş gibi yaparak ihtiyar prens ile evlendirmeye razı etmekte. o sıralar Prens ile ilgilenen akrabası olduğu sanılan baska bir adam da Zina' yı seviyor ve Zina dan umut aliyor.. fakat sonra Zina nın kendisi yerine Prensi tercih etmesine dayanamıyor ve anne kızın bütün foyasını ortaya döküyor..Erdemli olan Zina kabul ediyor suçunu ve nasıl da para için şöhret için Prensi kandırdıklarini anlatıyor herkesin önünde..
Prens yaşlı ve bunak olduğu için evlenme teklif edip etmediğini bilemiyor ve ona söylenen herşey e inanıyor .. bu teklifin bir düş olduğunu idda ediyor. Gerçekler ortaya çıkınca gördüğünu sandığı düşün gerçek olduğunu anlıyor..
Kitap toplumsal baskının birey üzerindeki etkisinden, insanların baskasina ya rezil olmamak için yada mukemmel görünmek için yaptıklarından çok güzel biçimde bahsetmiş.
Aile içinde yaşanan sorunlara da değinerek yazar; anne bile olsa hakkimizda karar alırken mutluluğumuzu ikinci plana atabileceğini işaret ediyor... ve sonunda bütün kirli fikirlerin hep istenildiği gibi gitmeyeceğini de göstermiş bulunuyor
Amcanın DüşüFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 20173,281 okunma
Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
𝗬𝗮𝗿𝛊𝗺 𝗸𝗮𝗹𝗮𝗻 𝗿𝗼𝗺𝗮𝗻 𝘁𝗮𝗺𝗮𝗺𝗹𝗮𝗻𝗱𝛊:))
{Spoiler bulunurr}
Daha önce elime aldığımda maalesef yarıda bırakıp okumamıştım.Yazın kitap okumaya özellikle zaman ayırdım ve bundan önce okuduğum Dostoyevski eserleri beni eklemişti, bunu neden okumayayım diye düşündüm. Ve iyi ki okumuşum. Kitap ilginç, ama nasıl? Mizahi yönü çok baskın, entrika dolu,
SPOİLER İÇERİR
Öyle bir köy düşünün ki içinde dedikodudan başka bir şey olmasın. İşte Mordasov da böyle bir yerdir. Herkesin buradan kurtulmak için zengin birini bulup, onun parasına konmaktan başka bir şey düşündüğü yoktur. Marya Aleksandrova, güzeller güzeli kızı Zina, Zina'nın nişanlısı(küçük bir toprak sahibi) Pavel Aleksandroviç, Marya
Çile, Necip Fazıl Kısakürek'in Bankacılık yıllarında yazdığı bütün şiirleri bünyesinde toplayan bir kitap...
Necip Fazıl Kısakürek'in ruh evriminden sonra kaleme aldığı, ve bu inklap sancısını anlattığı, şiir-destan.
Necip Fazıl bu şiirinde maddi ve manevi yolculuğunu anlatıyor. Bir nevi kendi özyaşamını mısralarına döküyor. keşif bir varoluş
Sana o kırmızıların tadını, tazeliğini, ileriye dönüklüğünü, kalabalıklığını gönderdim.
Almadın mi?
Sen ki sümbülsün, leylaklaştın, ama haklı olarak manolya olmayı her zaman yadsıdın, Elif'sin sen, anısın ve geleceksin, gerçeksin ve düş.
Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ihlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz.
Yazacaksın, değil mi?
Gözlerinden öperim. Habarını beklerim.
Hadi!
Cemal Süreya
Sen, anısın ve geleceksin, gerçeksin ve düş. Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz.
"Elif'sin sen, anısın ve geleceksin, gerçek ve düş. Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz."
Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can
Anısın ve geleceksin, gerçeksin ve düş. Şiirin takma adı, devrimin ağaç altı, alnımın yazısı. Evet, sende ıhlamur kokusu, bende tarçın kokusu. Yapıtlarını deniz kıyısında birbirine karıştıran iki eski uygarlık gibiyiz.
Nabokov deha ile delilik sınırlarında gezen dünyanın en zeki yazarlarından biri benim gözümde. Okuması son derece zor ve çetrefilli; hem zaman, hem sabır, hem de dikkat istiyor; zira Nabokov’un uçuşan, iç içe geçen, oraya buraya konan cümleleri eşliğinde her bölüm birbiri içine giriyor, oyuncular bir görünüp bir kayboluyor ve hikayeyi hakkıyla
“Hayatım, başından beri muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum.”
Arayış... Necip Fazıl’ın kitaplarının başlangıç teması genel olarak arayıştır. Daha önce okuduğum kitaplarında bu arayışı hep hissettim. “O ve Ben” kitabını da diğer kitapları gibi tiyatrosu zannedip