''Hayatımın en güzel anıymış, bilmiyordum.'' syf.11
Her şey, Kemal Basmacı veya Kemal Bey'in bir gün nişanlısı Sibel ile birlikte Nişantaşı'nda gezerken nişanlısının Şanzelize Butik'in vitrininde bir çanta görmesiyle başlıyor. Ertesi gün butiğe çantayı almaya giden Kemal Bey akrabası olan Füsun'un orada
Dikenler ve Güller Sarayı serisinin şimdilik son kitabını dün akşam bitirdim, ve hâlâ tam olarak inanamıyorum bitirdiğime.
bu seriyi o kadar uzun zamandır okumak istiyordum ki, her yerde görüyordum ve hakkında her zaman güzel yorumlar okumuştum. fantastik okumayı çok seven biri olarak bu kitabı okumamak pek ayıp olurdu, özellikle böyle bir
Mieko Kawakami'nin ”Memeler ve Yumurtalar” kitabını okuyup beğenmiştim. Uzun zamandır bu kitabını da okumak istiyordum. Çevrilmiş olduğunu görünce hemen okudum.
“Suyu içtiğinde kaynağını düşün.” der bir Çin atasözü. O halde kitap hakkında konuşmadan önce Kawakami'nin hayatına bir göz atalım.
Mieko Kawakami, 29 Ağustos 1976'da
Sonunda bitirdim. Uzun zamandır okumak istediğim ama kendimi hazır hissetmediğim için bir türlü başlayamadığım bir kitaptı.
Karamazov Kardeşler çok derin bir kitap olduğu için incelemeye nereden başlamam gerektiğine karar vermekte epey zorlandım. Ancak öncelikle bu incelemenin bolca spoiler içereceğinden bahsederek başlayabilirim.
Evet, herkese yeni yılda çok daha verimli okumalar dileyerek 2024'ün ilk incelemesiyle karşınızdayım.
Önceki kitabımı (
Uzaktan Kumandalı Kız ) yarım bırakmaya karar verdim. Sınavlarımdan önce 'kısa bir şey olsun, derslerle uğraşırken beni o kadar zorlamasın diye başladım ancak derslerim o kadar yoğundu ki asla bitiremedim, sınavım bitince de
Giana Darling uzun zamandır okumak istediğim bir yazar olmasına rağmen en ünlü olan serisine başlayıp beğenmediğim için yarım bırakmıştım. Dangerous Temptation’u tamamen tesadüf eseri görünce konusu hoşuma gitti ve şans vermek istedim iyiki de vermişim. Küçük bir not düşeyim yazar kitabı iki bölüm olarak yazıp bunları ayrı ayrı yayınlamış daha
Merhabalar, uzun zamandır okumak istediğim seriye sonunda başladım. Serinin ilk kitabı Gölge ve Kan bize ilk olarak Audrey Rose ile tanıştırıyor. Audrey Rose'un annesi o daha 12 yaşındayken bir hastalık nedeniyle ölmüştür işte tam da bu nedenle babası onun dışarıya çıkmasına özellikle de amcasıyla onun tabiriyle tuhaf işler yapmasını istemez.
Uzun zamandır okumak istediğim kitabı çok şükür bugün bitirdim. Yazarı 2 yıla yakındır tanıyorum ve benim fikir dünyamı şekillendirmesinde çok büyük katkısı olduğu için ayrı bir sevgi ve saygı besliyorum. :) Kitabı okurken sanki yazar karşınızdaymış, delilleri tartışıyormuş gibi hissediyorsunuz. Kitap genel olarak dini hiç bilmeyen birine de hitap
İsmini ilk duyduğumda Yevgeni Zamyatin’i bir Rus artistik patinaj/buz dansçısı-sporcusu [her ne haltsa] sanmıştım. Hatta hayalimde ince yapılı, uzun boylu, soğuk suratında gülümseme sonradan yapıştırılmış gibi görülen, katıldığı her yarışmada altın madalyanın en büyük favorisi olan yirmilerinde bir adam canlanıyordu. Evet, bu aslında buz dansçısı
Gözlerindeki Canavar kitabına ilk denk geldiğimde kitabın türünün bir fantastik kurgusu olduğunu düşünerek ufak bir hevesle başlamak istemiştim fakat herhangi bir kitaba başlamadan önce illaki o kitap hakkında internetten, bloglardan veya kitap sitelerinde yazılan, yapılan yorumları ve düşünceleri okuma gibi bir alışkanlığım olduğu için kitabı okumadan önce
Sevgili Arsız Ölüm uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Kitabın konusu hakkında tek bildiğim köyden kente göçen bir ailenin hikayesinin anlatıldığıydı. Kitaptan beklentimle kitapta bulduğum çok farklıydı çünkü Latife Tekin meğersem büyülü gerçekçilik akımını kullanan bir yazarımızmış.
Öncelikle ilk 50 sayfa okuduktan sonra “Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabını ne kadar da andırıyor dedim. Meğersem Amerikayı keşfetmemişim, zaten kitabı okuyan birçok kişinin ortak görüşüymüş. Şahsen Yüzyıllık Yalnızlık’ı çok sevmiş olan ben büyülü gerçekçiliği Türk Edebiyatında görünce bir şaşırmadım değil ama bu akımın kullanımını çok beğendim. Meğersem Türk kültürü ve gelenek görenekleri büyülü gerçekçilik için ne kadar uygunmuş. Cin-peri hikayeleri, bütün o batıl inanışlar… Hepsi bu akımla bütünleşince ortaya masal tadında bir roman çıkmış. Çok farklı bir o kadardı güzel bir kitaptı bence. Gerçi geleneklerimizin ne kadar “toksik” ve aile yapısının ne kadar çarpık olduğunu görünce okurken sinirlenmedim de değil tabi.
Tek bir eleştirim olacak o da yazarın anlatımı. Çok fazla “-dı” kullanmış ve kısa cümleler kurmuş yazar. Bu da ortalama uzunluktaki bir roman için yetersiz olmuş. Okurken sürekli kitap kısa bir masalmışçasına ha bitti ha bitecek edasıyla okudum.
Güzel bir romandı, bir daha Latife Tekin okur muyum bilmiyorum gerçi. Çok bana hitap eden bir okuma değildi ama Türk Edebiyatı açısından önemli ve özgün bir eser bence.