Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
maalesef doğayı da koruyamıyoruz...
Tabiatla savaşan kişi Allah'la da savaşır. Tabiata , yeşile dokunduğumuz anda el Hayy'ı, el Muid'i hissediyoruz, her şeyi kuşatanı ve her şeyi dirilteni hissediyoruz. Hayata nasıl anlam kattığını, her şeyi nasıl kuşattığını görebiliyoruz. Elimize bir taşı aldığımızda bilmiyoruz belki ama onun da kendine mahsus bir hayatı var, o da kendi dilinde Allah'ı zikrediyor, tespih ediyor.
Sayfa 48
herkesi ben ararım kimse beni aramaz bir yandan da iyidir bu tutum derdi bir insanı istemediğin zaman görmezsin bu huyuna alışırlar senin aramanı beklerler bir yandan da hazindir sen aramayınca kimsen yoktur yalnız başına yaşarsın yalnızlığını bir yandan da sitem ederler neden aramadın beni derler oysa onlar bic aramazlar özel izinleri belgelerini var aramamak için bilemiyorum kusur kimde bende olduğunu söylüyorlar
Reklam
Kalp kelimesi belki daha çok maddi olanı, bir organı ifade ediyor. Gönülde tamamen manevî bir hava var. Tabipler kalp nakli yapıyor da gönül nakli yapamıyorlar.
Yeryüzündeki hiçbir varlık ötekine benzemez. Bir yaprak bile ötekine benzemez. Tanrı öyle olsun istemiştir. Ama insanı, kendi kendini denetleyecek, kısacası biraz da kendi kendini yaratacak biçimde dünyaya getirmiştir. Yeryüzünde büyük insanlar var: Peygamberler, başkomutanlar, vatan kurtaranlar, insanlığa hizmet eden bilim adamları... Küçük insanlar da var: Fener bekçisi Affan gibi. Ama hepsi yataklarını kazarlarken, amaçlarına ulaşırlarken aynı emeği harcarlar. Tıpkı büyük ırmaklarla küçük çayırlar gibi. Hepsi de sonunda denize ulaşırlar. Yollarında ilerlerken kimi zaman taşıp çevrelerine felaket getirirler. Ama tarlaların sulanmasına, barajların yapılmasına da yararlar. Büyük ırmakların hem yararları hem zararları büyüktür. Küçük bir dere, kendincedir. Zararı yoktur. O da işe yarar. Ne var ki büyüğü de küçüğü de sonunda büyük denize karışırlar, denizle bir olurlar. İnsanlar da öyledir. Yürüdükleri yolda kimi zaman hırçın, kahredici olurlar, kimi zaman yararlı. Sonunda varacakları yere varırlar, büyük denize, Tanrıya ulaşırlar.
Sayfa 78 - AffanKitabı okuyor
İnsana var olan bilgi yetilerini ba­ğışlayan Tanrı, kendisi için köprüler ya da evler yapmasına ya­rayan akıl, eller ve malzemeler bağışlayarak zihninde doğuştan kavramlar yerleştirmesinden daha büyük bir lütufta bulunmuş­tur, ki dünyada kimi insanlar ne kadar yetenekli olsalar da baş­kaları kadar Tanrı ideleri ve ahlaklılık ilkelerinden ya tamamıyla yoksun ya da biraz haberdardırlar. Çünkü, yetenekleri, yetileri ve güçlerini bu yönde üretici bir biçimde kullanmamış fakat ülke­lerinin şeyleri, görenekleri ve sanılarını ötesini düşünmeden, olduğu gibi alıp kendilerini bunlarla doldurmuşlardır. Siz ya da ben, Soldania Körfezi'nde doğmuş olsaydık düşüncelerimiz ve kavramlarımız orada yaşayan Hotentot halkının birikiminden öte geçmezdi. Virginia Kralı Apochancana İngiltere'de eğitim görmüş olsaydı, İngiltere'deki bir din adamı kadar bilgili ve bir o kadar da iyi bir matematikçi olabilirdi: Onunla, daha bilgili bir İngiliz arasındaki fark, yetilerinin kendi ülkesinin kavramları, âdetleri ve görenekleri içinde sıkışmışlığı ve daha öteye hiç yönlendirilmemiş oluşundadır. Eğer bir Tanrı idesine sahip ol­mamışsa bu yalnızca onu Tanrı idesine götürecek düşünceleri aramamasındandır.
Sayfa 111 - Öteki Yayınları / Çev.Meral Delikara TopçuKitabı okuyor
Bazıları Hz. Muaviye'yi kötülemek için diyorlar ki: "Şimdiye kadar müslümanlar arasında çocuklarına Muaviye ismini takan yoktur." Bunu söyleyenlere; aynı şekilde biz de soruyoruz: "Şimdiye kadar müslümanlar arasında Şit, Lut, Hud, Şa'ya, Ermiya, Elyasa, Yuşa gibi peygamber ismini çocuklarına verenler var mıdır? Bu ve bunlara benzer bir çok enbiya, evliya, ulema isimlerinin yaygın olmaması onların kötü oldukları anlamına gelmediği gibi, Hz.Muaviye'nin adının yaygın olmaması da onun kötülüğüne delil olamaz.
s. 121,122Kitabı okudu
Reklam
“Önce Kelime vardı” diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık. Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.
Sorunu fark etmek, çözümün ilk aşamasıdır...
... Her şeye rağmen kendimize şu gerçeği hatırlatmakta yarar var: Endişe bir iç çatışmanın habercisidir ve bu iç çatışma sürdüğü müddetçe her zaman yapıcı bir kurtuluş yolu bulunabilir. Gerçekten de şu anda yaşadığımız bunalımlar içlerinde geleceğe dair yeni umutları da barındırırlar. İlk aşamada gerekli olan, hem bireysel hem de sosyal açıdan tehlikeli bir konumda olduğumuzda bunu cesaretle ve açıklıkla itiraf edebilmektir.
Sayfa 39 - Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul 1997Kitabı okudu
"Benim de kusurlarım var, ama akılla ilgili olmadıklarını umarım. Yaradılışımı savunacak değilim... Sanırım pek sevimli değil... herkesin çok hoşuna gidecek kadar değil. İnsanların ahmaklıklarını, kötülüklerini gereğince çabuk unutamıyo- rum ya da bana yönelik kabalıklarını. Kimse duygularımı kolay kolay kışkırtamaz. Yaradılışım için kinci diyebiliriz belki... Birinden bir kez soğuyunca ilelebet soğurum."
Melayê Cizîrî şiirlerini o dönem Ortadoğu'da yaygın olan geleneğe göre yazmış. Aşk, tabiat ve gönül şairidir. Tabiat, aşk ve gönül yaraları üzerine yaptığı tasvirler mükemmeldir. Aslında kalbi kırık, hüzünlü bir şairdir ama şiirlerinde hep bir mutluluk havası da vardır. Etkili bir dili var, okuru sarsar. Şiirlerinde Arapça, Farsça ve Türkçe kelimeleri büyük bir ustalıkla kullanır. Bu da onun dilini daha da süsler. Bütün Ortadoğu Mela'yı ve şiirlerini bilir. Ama ne yazık ki bugün yeterince bilinmiyor, şiirlerini bulmak bir hayli güç.
Reklam
Bana beni verecek olan, beni bende bana bulduracak, buldurmakla kalmayıp olduracak olan yine o idi. ...... Ne var ki ışkını gözlerime saldı da göremez oldum; nûru nâra dönüşünce sükût edemez oldum.
Sayfa 15 - KapıKitabı okudu
Topları var onların, tankları var, makinalı tüfekleri var ve el bombaları, (S.S. kıtaları falan haydi bir yana!) gestapoları var ve de askerleri, az ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar. Bütün bunlar neden peki? Düşmanları bu kadar da mı güçlü onların?
Sayfa 132Kitabı okudu
E.A.: Kötülüğü kurcalamazsan zaten hiçbir şey yapamazsın. Ne resim yapabilirsin, ne düşünebilirsin, ne felsefe... A.S.: Kötülüğün içine ‘girmek’ lâzım, tabii, iyice ‘girmek’... E.A.: “Felsefe yapmak için ölmek gerekir” der Platon. A.S.: Belki umudu kurmak için de oraya girmek lâzım, o karanlığa... O karanlıkla ilişkiye... E.A.: Başka nereden kurabilirsin? A.S.: Bu yüzden Rimbaud’nun şiirinde de, kendi şiirlerinizde de, bir çeşit umut var diyorsunuz, bir yerde... ...Şiirin kendi başarısı da... Yani yüzüncü sefer bir sonuç çıktığında, ve artık “bu bitti” denildiğinde, son haline geldiğinde şiir... o da bir çeşit umut yaratıyor mu? Şiir, en karanlık şiir de olabilir. E.A.: Şiire göre değişebilir bu. A.S.: Bir çeşit coşku yaratıyordur tabii... sevinç yaratıyor... yani “bitti” diyorsunuz. E.A.: Sevinç yaratıyor. Oradan anlıyorsun. Kımıldadığını anlıyorsun. Bir şey kımıldarsa o bitmiş demektir.
Sonunda Şam’daki işlerini bitirip dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. Derken yola koyuldular. Yolculuk esnasında çok yoruldular ve dinlenmek için mola verdiler. Allah Rasûlü (s.a.v) de dinlenmek için yaşlı bir ağacın altını tercih etmişti. Meysere çok geçmeden koşarak gelen birini gördü. Şüphesiz ki o, kendilerini uzaktan uzağa seyreden Rahip Mastûra idi. Meysere’nin yanına gelerek: - Şu ağacının altında gölgelenmek üzere oturan da kim? Meysere cevap verdi: - O Muhammedü’l Emin. Muhammed bin Abdullah. Harem ehlinden Kureyş kabilesinden biri. Rahip Mastûra’nın istediği cevap bu değildi. Zaten heyecanlı bir şekilde onun kim olduğunu sorarken de bir şeyler ifade etmek istiyor gibiydi. Siz onu tanımıyorsunuz der gibi bakışları vardı ve başka bir soru yöneltti: - Peki onun gözlerinde bir miktar kırmızılık var mı? Meysere cevap verdi: - Evet, var. Rahip Mastûra’nın kanaati kesinleşmiş gibiydi: “Allah’a yemin ederim ki şimdiye kadar bu ağacın altında Nebi’den başka kimse konaklamamıştır. Şüphesiz ki o, bu ümmetin beklediği peygamberdir. Hem de peygamberlerin sonuncusudur.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.