Yaşar Kemal okumayı ne kadar da özlemişim. Kitap taze bitmişken düşüncelerimi yazmak istedim. Eser kürt mitolojisi ve efsaneleri ile örülü bir roman. Yazarımız
Anadoluda yaşayan kürt köylülerin yaşamlarını ve geleneklerini anlatırken, Ağrı Dağı’nın mitolojik ve sembolik öneminide vurgulamakta. Kitapta insanın doğa ile olan ilişkisini, yaşamın anlamını ve insanın kendi kaderini belirleme çabası gibi temalar işlenmiş. Aynı zamanda Anadolu’nun kültürel çeşitliliğini okuyucuya muntazam anlatmış. Bunu yaparken de insanın varoluşsal sorunları üzerinde de düşündürücü bir yolculuğa çıkarıyor. Yaşar Kemal’in dil ve anlatımıyla doğanın ve insanın güçlü ve çelişkili ilişkisini derinlemesine keşfediyoruz.
Yaşar Kemal’in kitaplarını okuyupta sevmememiz gibi bir ihtimal olmasa gerek. Zira kendileri Türk edebiyatının önemli isimlerinden. Onun eserleri, zengin dil ve derinlikli karakterlerle doludur. Yaşar Kemal’in eserlerini okurken, Anadolu’nun kültürel çeşitliliği, insanın doğayla olan ilişkisi ve toplumsal meseleler üzerine derinlemesine düşünebilirsiniz. Her kitabı, farklı bir dünya sunar ve okuyucuya ve yeni bir perspektifler kazandırır.
İyiki bu dünyadan bir Yaşar Kemal geçmiş diyelim ne diyelim…
Ağrıdağı EfsanesiYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202227,3bin okunma
Kitap boyunca Varoluşçu psikoterapinin öncülerinden biri olan İrvin YALOM bu eserinde, terapi sürecindeki hastalarının hayattaki sorunlarını ele alırken uyguladığı harika yönteme şahit oluyorsunuz, sorunların kökenindeki ana problemin ölüm kaygısı gibi derin varoluşsal meseleler olduğunu hastanın bizzat kendisinin fark etmesini sağlıyor ve kendine itiraf etmekte zorlananan bu varoluşsal hakikatlerin dışa vurumu sağlandığında yaşamın nasılda büyük ölçüde değişime uğradığını görüyorsunuz.
Varoluşsal meseleler üzerine düşünen insanların karşısına kabataslak iki seçenek çıkar. Bu yol ayrımına varan biri, “Hayatın bir sonu var ve sayılı zamanı iyi, dolu dolu, doyurucu bir şekilde geçirmek lazım” diyebilir. Oracıkta duran ikinci seçenek de “Madem her şey yok olup gidecek, ne gerek var uğraşmaya, nasılsa geriye hiçbir şey kalmayacak” diyebilir. Mantıklı bir yerden bakınca ikisi de haklı bakış açılarıymış gibi görünse de, aralarında çok önemli bir fark vardır. Birinci yolu seçen hayatı yaşar, ikincisini seçen hayat çemberinden teğet geçip bu dünyadan göçer gider.
Felsefi düşüncenin incisi Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu eseri Varlık ve Hiçlik, bizlere vaadedilen o düşünsel serüveni kesinlikle sunuyor. Kitap, yalnızca bireyin içsel dünyasını değil, aynı zamanda toplumsal bağlamdaki varoluşunu da ele almış. Şahsım adına konuşayım, Sartre bu angajmanı ile de bireyin topluma karşı sorumluluğunun önemini güzelce ifade etmiş. Her seçimimiz bireysel varoluşumuzun taşıdığı bu sorumlulukla bütünleşiyor, bizler ise kendi eylemlerimizden tam anlamıyla sorumlu olmanın ağırlığıyla yüzleşiyoruz. Özgürlük, ansızınlık, sorumluluk ve diğer varoluşsal meseleler, keskin zekası ve derin düşünce tarzıyla işlenmiş. Kitabı direkt Fransızca olarak okuduğum için bitirmem tahminimden çok sürdü-dört ay kadar-, bunu itiraf edeyim. Daha önce hiç duymamış olduğum birçok kelime ve terime rastladım. Bu terimleri araştırdığımda ise Türkçesini, İngilizcesini de bilmediğimi farkettim. Bununla birlikte birkaç sayfa dışında okuması gayet keyifli bir kitaptı.
Varlık ve HiçlikJean-Paul Sartre · İthaki Yayınları · 2018883 okunma
Umut kelime anlamına baktığımızda olması beklenilen veya olacağı düşünülen şey olarak karşımıza çıkar . Tatar çölü de tabiri caizse umudun bireyin hayatındaki varoluşsal bedelinin bize en açık ve yalın anlatımıdır. Dino Buzzati, romanın ana kahramanı Giovanni Drogo’nun tükenmeyen umudunu ilmek ilmek işlemiş ve tüm okuma boyunca okuyucuyu da bir
Merhabalar sevgili kitapsevenherkes ailesi çok sevdiğim bir arkadaşımın hediyesi olan bu kitabı bitirelim baya olmuştu ama yorum için bazı zamanların oturması lazım diyordum o zaman bu zamanmış.
Uzamı kısa olan tekdüze bir ömrün nasıl da iç boğucu bir şekilde uzun olabildiğini, birbirini takip eden günlerin, onlardan bir kaçış olmadan yaşanıp
§
"Elinizi vicdanınıza koyup doğruyu söyleyin, hayatınızı, canınız Tanrı bilir neler çekerken, evde oturmaktan başka bir şey istemeyen, içi geçmiş yaşlı biriyle birleştirmek ister miydiniz?"
"Dino Buzzati'nin "Tatar Çölü" adlı eseri İtalyan edebiyatının önemli metinlerinden biridir. Buzzati'nin üslubu ve anlatımı ile dikkat çeken bu roman zaman ve mekan kavramını sorgulayan bir yolculuk hikayesini konu edinir.
Roman Giovanni Drogo adlı bir genç subayın uzak ve gizemli bir kaledeki görev süresini anlatır.
İlk incelememi hakkında yazmış olduğum Martin Eden kitabını, his dünyamda oluşturduğu etkiler ışığında ve son derece romantik bir ruh hali içersinde değerlendirmiştim. Fakat gelin görün ki hakkında yazmaya cüret ettiğim 2. kitap olan Yeraltından Notlar’ı, zihnimde yaptığı beklenmedik ihtilal girişiminin şaşkınlığı içinde inceleyeceğim.. O yüzden
Varoluşsal meseleler üzerine düşünen insanların karşısına kabataslak iki seçenek çıkar. Bu yol ayrımına varan biri, “Hayatın bir sonu var ve sayılı zamanı iyi, dolu dolu, doyurucu bir şekilde geçirmek lazım” diyebilir. Oracıkta duran ikinci seçenek de “Madem her şey yok olup gidecek, ne gerek var uğraşmaya, nasılsa geriye hiçbir şey kalmayacak” diyebilir. Mantıklı bir yerden bakınca ikisi de haklı bakış açılarıymış gibi görünse de, aralarında çok önemli bir fark vardır. Birinci yolu seçen hayatı yaşar, ikincisini seçen ise hayatın çeperinden teğet geçip bu dünyadan göçer gider.
Varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden Albert Camus, "Yabancı" ve "Sisifos Mitosu" adlı ünlü eserlerinde varoluşun anlamsızlığına odaklanır. Bu felsefi başyapıtlar, insanın durumunu sorgulamaya ve hayatın anlamsızlığına meydan okuyarak derinlemesine bir analiz sunar. Camus'un derin içgörülerine dayanarak,
Bir kafede oturup bir şeyler içiyordum. Çaprazımdaki masada İki kız arkadaş oturmuş dedikodu yapıyor, onu bunu çekiştiriyorlardı. Duymamanın imkansız olduğu bir sohbetti, madem dinlemek zorundayım bu sohbeti bari daha dikkatli dinleyeyim dedim ve dikkat kesildim konuşulanlara. Önce birlikte gittikleri yoga kursundaki olaylardan bahsettiler ve
“Bu hayat nasıl yaşanmalıdır?” sorusu felsefi açıdan önemli bir sorudur ve kabul edilen varlık anlayışı (ontoloji) bir kenara bırakılarak cevaplanamaz. Bu soru belki de insanın sorması gereken en temel ve önemli sorulardandır. Çünkü bu hayat ancak yaşanılmaya değerse sonrasındaki pek çok şey bizim gündemimizde olur. İnsan olarak önceliğimiz bu