"Ben Ömer, 35 yaşında bir hiç."
"Bugün aynada kendime rastladım, gözlerimin içine en dibe daldım...
Hiç bir yaşam belirtisi yoktu."
Olmamış, olamamış, tamamlanamamış bir admın kendini arayışı...
Olmak isterken, kendini kaybeden bir adam...
Olmasına izin verilmeyen, yetersiz ve değersiz görülerek silikleştirilen bir adam...
Ne kadar tanıdık aslında, farketmesekte çoğumuzun yaşadığı yabancılaşmayı, iletişimsizliği anlatan bir hikayesi var Ömer'in.
Hani o bir türlü dolmak bilmeyen boşluğumuzu hatırlatıyor.
Anne/babamızın, öğretmenlerimizin, arkadaşlarımızın, sevgililerimizin, eşlerimizin Velhasılıkelam hep birilerinin olmamızı istediklerini olmaya çalışırken, kaçırdığımız kendimizin hikâyesi...
Freud diyor ki;
“İnsan, karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır.” Hayatın akışı içinde bir yerlerde bir şekilde, hayatımıza girip çıkan herkesin bir izi kalır hayatımızda. Bu, bazen iyi bazen kötü bir izdir ama kalıcıdır. Kişilik, bu izlerin içinden kendimizi nasıl inşa ettiğimizdir.
İşte asıl meselemiz kendimizi inşa edip, edemediğimiz....
"Renksiz gülümsemelerin ardına gizlediğiniz gözyaşlarınızda boğdunuz ruhunuzu, renkli iplerle astınız isyanınızı. Renkli iplerle astım baş kaldıran tarafımı."
Varoluş Sanrısı, bence okunmaya değer bir kitap