Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsanı yazmaktan alıkoyabilecek tek şey kendisidir. Yazma isteğini gerçekten duyan kişi mutlaka yazar. Reddedilme ve aşağılanma onu güçlendirir sadece. Ve engellenişi ne kadar uzun sürerse o kadar güçlenir, barajda yükselen su gibi.
İnsan neden sever? İnsan neden sever? Ne tuhaf insanın dünyada sadece tek varlığı görmesi, zihninde sadece tek bir düşünce, kalbinde tek bir tutku ve dudaklarında tek bir isim olması... sürekli olarak üste çıkan, bir pınardaki su gibi ruhun derinliklerinden dudaklara yükselen bir isim, insanın durmadan tekrarladığı, aralıksız, her yerde, bir dua gibi fısıldadığı bir isim.
Bir Düş Müydü
Reklam
sahi aşk neydi?
Kendi vücudu ile ilgisi olmayan, protein, yağ, karbonhidrat ve sudan oluşan bir başkası nasıl olur da kendisini dünyanın en mutlu adamı, en mutsuz adamı ya da dünyanın en çok acı çeken adamı gibi hissettiriyordu? Bunun adı aşk olamazdı. Bu 3 harfle açıklanamayacak kadar derin ve acı verici bir şeydi. Bu konuda bir sürü kitap okumuştu adam. Hemen herkes kendince tanımlamaya çalışmıştı bu meseleyi. Oysa bu çok manasız bir çabaydı. Platon'un dediği gibi kayıp olan ruh eşimizi bulma isteği miydi? Yoksa Alman Filozof Schopenhauer'un dikkat çektiği gibi soyun devamını sağlayan, tabiatın bir aldatmacası mıydı? Galen'e göre aşk ne anlatılabilir ne de tanımlanabilirdi. Zira doğuştan kör olan bir insana gökkuşağını nasıl anlatabilirdiniz ki. Ya da doğuştan koku duyusu olmayan bir insana yağmur yağdıktan sonra topraktan yükselen o harika kokuyu nasıl hissettirebilirdiniz? İşte insanlığın başlangıcından beri aşkı yaşamış birçok yazar onu yazdı, birçok ressam onu çizdi ve birçok şarkıcı onu söyledi. Aşkla karşılaşmamış insanlar ise sadece anlamaya çalıştılar. Ama anlamalarına imkân yoktu.
Sayfa 124 - EpubKitabı okudu
Sahi neydi aşk ?
Platon'un dediği gibi kayıp olan ruh eşimizi bulma isteği miydi ? Yoksa Alman filozof Schopenhauer' un dikkat çektiği gibi soyun devamını sağlayan, tabiatın bir aldatmacısı mıydı? Galen'e göre aşk ne anlatılabilir ne de tanımlanabilirdi. Zira doğuştan kör olan bir insana gökkuşağı nasıl anlatabilirdiniz ki ? Ya da doğuştan koku duyusu olmayan bir insana yağmur yağdıktan sonra topraktan yükselen o harika kokuyor nasıl hissettirebilirdiniz ? İşte insanlığın başlangıcından beri aşkı yaşamış birçok yazar onu yazdı, birçok ressam onu çizdi ve birçok şarkıcı onu söyledi. Aşkla karşılaşmamış insanlar ise sadece anlamaya çalıştılar ama anlamalarını imkan yoktu.
Sayfa 103 - ElmaKitabı okudu
Mümtaz Hoca'ya (Mümtaz Soysal) göre Türkiye'de emeğiyle geçinen kesimler, işçiler, memurlar vb. giderek gerileyen ekonomik sosyal konumlarını Beşiktaş'la özdeşleştirmişler; Beşiktaş'ta kendilerini ya da kendilerinde Beşiktaş'ı görmüşlerdi. Çünkü Beşiktaş'ın durumu da farklı değildi; yıllardır süregelen başarısızlıklar, özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray ile rekabetinde düştüğü "üçüncü takım" durumu, velhasıl ezilmişliği, yenilmişliği ile Türkiye'nin emekçilerine ziyadesiyle benziyordu. Yıllar sonra, yani 80'li yılların ikinci yarısında, Beşiktaş'ın "altın çağı"nın ardından, bu kez sadece Mümtaz Soysal değil, daha birçok yazar, çizer, gazeteci kendileri bu şekilde ifade etmeseler bile Beşiktaşlılıkla (bir bakıma) solculuğun moral değerleri arasında bir başka ilişki kuruyorlardı. 80'li yılların çalışmadan kazanma, avantacılık, bireycilik gibi "yükselen değerleri" karşısında Beşiktaş'ın başarısı, çok çalışmanın, dayanışmanın ve kolektif mücadelenin (futbol diliyle "takım olmanın") karşılığıydı.
Sayfa 247 - İletişimKitabı okudu
İnsanın hiçbir şeyi beğenmemesi :)
Rüzgârın azalmasıyla içimiz rahatladı, çünkü hiç durmayan uğultu ve kükreme sinirlerimizi laçka etmişti. Ancak saat beşte rüzgârın birdenbire tamamen kesilmesiyle çöken sessizlik de bir bakıma aynı derecede sinir bozucuydu. Artık nehrin sesi her şeyi kendi bildiği gibi yönetiyordu: havayı, rüzgârın gürültülerinden daha melodik, ama inanılmaz derecede tekdüze ve derin mırıltılarla dolduruyordu. Rüzgârın yükselen, alçalan, elementlere ait muhteşem bir melodiyi sürekli olarak dile getiren bir dolu notası vardı,- ancak nehrin şarkısı en fazla üç notadan oluşmuştu... rüzgâra yabancı bir kasvette bana, o zamanki sinirli halimde, tıpkı felaket müziği gibi gelen sıkıcı, kalın perdeden notalardı bunlar.
Söğütler
Reklam
Giordano Bruno
On altıncı yüzyıl astronomide büyük keşifler çağıdır. Bu çağın habercisi olan Kepler, evrenin merkezinde Dünya'nın değil Güneş'in olduğunu iddia ederek büyük bir adım atmıştı. Ancak
Giordano Bruno
Giordano Bruno
'nun tezi daha radikaldi. Ona göre tek bir evren değil, pek çok evren vardı. Uzay sınırsızdı. Güneş sadece bizim parçası olduğumuz evrenin merkeziydi. Bruno belki de görüşlerine gelecek tepkileri hesap ederek bu iddiasının Tanrı'yı daha da yücelttiğini, zira uzayda Tanrı tarafından yaratılan tek bir sistemin değil pek çok sistemin olduğunu söyledi. Ancak yine de kilisenin biricikliği tezi havada kalıyordu. Zira kilise Tanrı'nın oğlu olan ve insanlığın tüm günahlarını yüklendikten sonra göğe yükselen Hz. İsa'nın vekili olan bir kurumdu. Evrende başka sistemler varsa, başka insanlar ve başka İsalar da olabilirdi. Bruno küfür olarak kabul edilen fikirlerini reddetmeye zorlandı, kabul etmedi. Engizisyon tarafından yargılandıktan sonra bir kazığa bağlanarak 1600'de yakıldı.
Sayfa 240Kitabı okudu
dış dünya sadece erkeklere ait
Dönemin anlayışına göre kapalı ortamlarda, mümkünse kapalı camlar ardında bulunmaları gereken kadınları da çevreler. Daha sonraları aziz mertebesine yükselen Başpiskopos Floransalı Antoninus görgü kurallarını anlatan bir kitapta kadınları uyarır: "Gelip gideni görmek için cam önlerinde durmanız hoşuma gitmiyor." Evin hanımı, Piazza Meydanı'nda dikilemez ve evin kapısında durup konuşamazdı. Evden sadece kiliseye gitmek için çıkabilirdi, o da yalnız olmamak şartıyla. Hümanist bir yazar ve mimar olan Leon Battista Alberti de erkekleri karılarını dışarıya salmamaları konusunda uyarır; dış dünya sadece erkeklere aittir.
• Yazar burda beni mi tasvir etmiş?
Kızıl saçlarıyla, boyun damarlarından taşan haykırışlarla, ayak bileklerinden yükselen çiçeklerle, ölüm saçan ejderhaların karşısına çıkmış şarkılar söylüyordu.”
Sayfa 85 - 15 - yolKitabı okudu
XIX. Yüzyılda Edebi Algı
XIX. yüzyıl ise, tersine devrim kargaşalığının sonu, yeni bir ideolojinin, liberalizm ideolojisinin başlangıcı oldu. Bu ideoloji de, herkese tanınan siyasal haklara, çalışma temeline dayanan bir seçkinlere, ilerleme ve para biriktirme kaygılarına bağlanıyordu. Bu çağda, yazar, ortaçağda olduğu gibi, ideolojisi sağlam ve değişmez bir sınıfla uzlaşacak yerde, XVIII. yüzyılda olduğu gibi, yükselen ve eski ezilmişlerin ideolojisini temizleyen bir sınıfla uzlaşacak yerde, yarattığı sınıfla anlaşmazlık halindedir, bu ideolojiye karşıdır. işçi sınıfı üzerinde etkisi yoktur, ya da onun hiç farkında değildir. Kendini çıkaran, kurulu ve sağlam bir ideolojisi olan sınıfı düşünceleriyle beslemediğinden, soyut değerlerin seyrine dalmak durumuna, yani kısır bir özgürlük çağrısına düşmüştür.
Say YayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsanı yazmaktan alıkoyabilecek tek şey kendisidir. Yazma isteğini gerçekten duyan kişi mutlaka yazar. Reddedilme ve aşağılanma onu güçlendirir sadece. Ve engellenişi ne kadar uzun sürerse o kadar güçlenir, barajda yükselen su gibi.
Eve giden otobüste otururken, toz içinde kalmış, yağmurdan üstünde lekeler oluşmuş günlüğündeki parlak renkleri, şarkıları, yüksekteki tarlalardan yükselen kokuları, geceleri ve öğleden sonraları, kelimesi kelimesine hatırlanan sohbetleri, arkadaşlarının yol boyunca ve kamp ateşinin etrafında anlattığı hikâyeleri okudu. Yaz, bu sayfalarda yeniden canlanıyordu. "Günün birinde yazar olacağım," diye fısıldadı. İçinde bir yerlerde ilham perisi dinledi. Canlanıp mutlulukla havayı kokladı.
Sayfa 100 - April YayıncılıkKitabı okudu
Yaşarken hepimiz farklı tuzaklara yakalanırız. Kimse kaçamaz o tuzaklardan. Bütün hayatını bir tuzakta yaşayanlar bile vardır. Önemli olan tuzağın tuzak olduğunu fark etmektir. Fark edemiyorsan, bitmişsin. Ben tuzaklarımın çoğunu fark ettiğime inanıyorum. Ve yazdım onlar hakkında. İnsan sadece tuzaklar hakkında yazmaz elbette. Başka şeyler de var.
Sayfa 22 - Parantez YayınlarıKitabı okudu
Daha yakınlarda Katolik bir yazar ütopyaların artık teknik olarak hayata geçirilebileceğini, dolayısıyla ütopyanın nasıl engelleneceği sorusunun ciddi bir sorun haline geldiğini söyledi. Gözümüzün önünde yükselen faşist hareketi hesaba katarsak öyle kolayca göz ardı edebileceğimiz bir düşünce değildir bu. Zira faşist hareketi besleyen kaynaklardan biri de aşırı rasyonel ve aşırı konforlu bir dünyadan kaçınma arzusudur.
Aşk ne anlatılabilir ne de tanımlanabilirdi. Zira doğuştan kör olan bir insana gökkuşağını nasıl anlatabilirdiniz ki. Ya da doğuştan koku duyusu olmayan bir insana yağmur yağdıktan sonra topraktan yükselen o harika kokuyu nasıl hissettirebilirdiniz? İşte insanlığın başlangıcından beri aşkı yaşamış birçok yazar onu yazdı, birçok ressam onu çizdi ve birçok şarkıcı onu söyledi. Aşkla karşılaşmamış insanlar ise sadece anlamaya çalıştılar. Ama anlamalarına imkan yoktu.
Sayfa 103 - Elma YayıneviKitabı okudu
179 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.