Acıma, hiç ama hiç acıma tutuşan avuçlarına ve dokunduğun her şeye bulaştır kucakladığın ateşi. Olimpos Dağı'ndan indir ve bölüştür ve paylaştır ve yay yeryüzünün her santimine bizden esirgenen kıvılcımları.
Bir insan, yeterli nedenlerle, kendine daha geniş ufuklar açmak yolunda kendi ayaklarının üzerinde ilerlemesi gerektiğini hissedebilir ve yaşamının önüne koyduğu tüm biçimlerde, koşullarda ve tarzlarda aradığını bulamayabilir. Böyle durumlarda tek başına yürür. Arkadaş olarak kendini seçer ve , tümü de, aynı yönde olmayan değişik düşünceler ve eğilimlerle dolu kendi grubuna hizmet eder. Aslında, bazen kendini bile tanıyamaz ve ortak hareket edebilmek için çoğul amaçlarını birleştirmede çok zorlanır. Bu aşamada toplumsal biçimlerce dıştan korunsa da, içindeki çoğula karşı savunmasızdır. İçindeki kopuklukların, onun vazgeçmesine ve çevresinin kimliğine kaymasına yol açması da olasıdır.
"Çölde bana hayatı göster," dedi Simyacı. "Çölde hayatın bulunduğu yeri bulabilen, çöldeki hazineleri de keşfedebilir."
Ay aydınlığında, çölün kumlarında yola koyuldular. "Bilmem ki çölde hayatın bulunduğu yeri bulabilecek miyim?" diye düşündü delikanlı. "Henüz çölü tanımıyorum."
Bu düşüncesini dönüp Simyacı'ya açmak istedi ama ondan korkuyordu. Daha önce gökyüzünde atmacaları gördüğü taşlık bölgeye geldiler; şimdi her şeye sessizlik ve rüzgâr egemendi.
"Çölde hayatın işaretlerini çözmeyi beceremiyorum," dedi genç adam. "Onun var olduğunu biliyorum, ama onu bulmayı başaramıyorum."
"Hayat hayatı çeker," diye yanıtladı Simyacı.
Ve delikanlı onun ne demek istediğini anladı. Bunun üzerine, hemen atının dizginlerini saldı ve at, taşların ve kumların arasında kendi bildiğince dörtnala ilerlemeye başladı. Simyacı, onu sessizce izliyordu; böylece delikanlının atı yarım saat yol aldı. Artık ikisi de vahanın hurma ağaçlarını göremiyorlardı; artık yalnızca şu benzersiz ay aydınlığı ve onun gümüş gibi parlattığı kayalar vardı. Birden şimdiye kadar hiç gelmediği bir yerde atının yavaşladığını hissetti delikanlı.
"Burada hayat var," dedi Simyacı'ya. "Ben çölün dilini bilmiyorum ama atım, hayatın dilini biliyor."
Şimdiye kadar istediğim her şeydi. Ve yüzünü yakan hararetli ihtiyaç, benimle birlikte
gelmeden önce taleplerinin beni sınıra götüreceği konusunda uyarıyordu.
Kuru boğazımdan bir inleme daha koptu. “Ah, Jax... Bo
şalacağım.”
“Bekle,” diye komut verdi. “Boşalırken aletimi sıkıştırmanı
istiyorum.”
Beni yatağa indirdikten sonra bir kondom
Parmaklarını esnetip ellerini yumruk yaptı. Fakat elini tekrar açmaya çalışınca başarısız oldu: Parmakları avuçlarına yapışmıştı!
“Bu eldivenler... çok yapışkanlar!” dedi Tom inleyerek. Ellerini yeniden açmak için tüm kuwetini kullanmak zorunda kalmıştı. Başını kaldırdığında Elenna’nın şaşkınlıkla ve bir o kadar da eğlenerek onu izlediğini gördü.
“Bu eldivenler biraz sorun çıkaracak galiba,” dedi Elenna.
“Ya da sorun çözecekler,” diye karşılık
verdi Tom. Eldivenlerin gerçekte ne işe yaradığını anlamıştı. “Bu eldivenler sayesinde her yere tırmanabilirim. Eğer Rok'un evi bu dağlarsa, eldivenler ona ulaşmamı sağlayacaklar.”
_Hayat, sürprizlerle dolu bir kumardır ve hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir.
_Eğer cesur değilsen samimi olamazsın, sevemezsin, güvenemezsin, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.
_Risk al. Belirsizlik deme; merak de. Güvencesizlik deme; özgürlük de. Bu güvencesizlik, hayatın
| MÜSLÜMANLAR NEDEN ORUÇ TUTAR? – Müslümanın Bedensel ve Ruhsal Miracı, Ramazan
| Bazı gerçekler o kadar belirgindir ki, normal durumlarda tartışıma götürmezler. Fakat en belirgin gerçeklerin şüphe bulutlarıyla sarıldığı bir zamanda insan bunları tartışmaya zorlanmaktadır. İşte böyle bir gerçek de insan yaşamında zühd unsuruna duyulan
"Tam güneş doğarken, orada, Arıburnu-Anzak Koyu'nda denizin içinde bekliyor, oradan taa yukarılara Conkbayırı'na doğru bakarak ağlıyor bu Viki ya..."
Mehmet'in sesindeki keder aniden köylülerin üzerine yayıldı. Viki'nin gözyaşlarından akan kederi onlara taşıyan Mehmet'in sesi hepsini etkilemişti.
"Ağlıyormuş. Türist kadın Arıburnu'nda her sabah ağlıyormuş..." diye fısıldadı köylüler birbirlerine. Her biri avuçlarının içi gibi bildikleri, çocukluklarında oyun oynarken bazen insan kemikleri, kurukafalar buldukları, o zamanlar birbirine karışmış Osmanlı ve İngiliz, Türk ve Anzak, Fransız ve Hintli mezarlıkların hemen aşağısında denizin içinde dikilmiş, ağlayan yabancı kadını düşündüler. O zaman bu yabancı kadının, kendi dedeleri saydıkları Gazi Alican Çavuş'a iftira etmesiyle aralarına yayılan düşmanca duygu yumuşadı, küçüldü, yerini bir acıma ve koruma duygusu kapladı. Düşünceli gözlerle birbirlerine baktılar. Üzüntüyle başlarını salladılar:
"Ağlıyormuş zavallı... Bir başına, yapyalnız, yabancı kadın ağlıyormuş... Bak şu işe mari..."
Dışardan bakınca bomboş görünen gözlerinde yabancıların asla anlayamayacağı 'yabancı kadının derdine bir çare bulmak' sıkıntısını paylaşıyorlardı.
Onu özlemiştim. Onunla bu şekilde olmayı özlemiştim.
Düğmeleri deliklerinden çıkardıkça, gömleğinin yakaları
birbirinden ayrılarak önce güçlü boynunu, sonra da göğsünün
birazını ortaya çıkardı. Benimle oyun oynar gibi, göğüs kaslarının hemen altındaki düğmede durup kol düğmelerine geçti.
Kol düğmelerini birer birer, yavaş hareketlerle
_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye.
_İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda
“Cesaret için dua ettiğinde, Allah sana cesaret mi verir yoksa cesur olma şansı mı ? Hakikat için dua ettin diyelim, Allah kendi hakikatini avuçlarının arasına mı bırakır yoksa gözlerini açma imkânı mı sunar ? “
"Dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Takva sahipleri için âhiret hayatı ondan daha iyidir. Niçin aklınızı kullanmıyorsunuz?"296
296 -En'âm, 32. Not: "Dünya hayatı oyun ve eğlencedir." sözü hem hakikat, hem de benzetmedir. Onun hakikat oluşu, şundandır: Nefis hesabına yaşanan dünya hayatında asıl ve temel olan, oynamak ve
Avar hükümdarı Bahu Bike Hanım'a haber gönderen Gazi Molla, ondan kafir işgalcilere karşı destek talep etti ancak Bahu Bike bu talebi reddetti. Han'ın ölümünden sonra idareyi ele alan bu dirayetli kadın, üç oğlunun naibi olarak görev yapıyordu. Kocası, yıllar önce topraklarını Ruslara vermişti. Bahu Bike, bu toprakları Rusların adına
“Kendinize hakim olursanız dünyaya da hakim olursunuz.” Paulo Coelho
Çocukların otokontrol yetileri ne kadar fazlaysa büyüdüklerinde akademik başarıları ve sosyal uyumları da o kadar yüksek oluyor.
- Yönetim Zekası
Yönetim zekası, kişinin hedeflerine karar vermesini, onları gerçekleştirmek için planlar yapmasını, planlarını başarıyla uygulayıp
Hindistan'ın siyasi birliğe ve demokrasiye İngiltere sayesinde ulaştığı şeklindeki iddianın en önemli ayaklarından biri de İngilizlerin 'hukukun üstünlüğü' kavramını getirdikleri tezidir. İngilizler sömürgeci amaçlarını meşrulaştırırken bu teze sıklıkla başvurmaktadırlar. İngilizlerin Hindistan'da kendilerine nasıl bir