Annem günlüğüne lisenin son yılında başlamış ve üniversite öğrencisiyken de birkaç yıl tutmaya devam etmiş. Kırkların sonu, ellilerin başı. (…)Ama bu defterde ona dair hiçbir şey yok. En sıradanından bir genç kız günlüğü: Birilerine âşık olası, heyecanla kalbine kulak veresi mi var, yoksa gelip çattı mı o an, bu mu o duygu, gerçek mi tüm bunlar? Ve bir dolu mutluluk. Okuduğu kitapların, arkadaşlarının, pencerenin ardındaki güneşin, yağmurun verdiği mutluluk. Üzerinden, hayatın istediğinden fazlasını vereceğine dair fikirsiz gençlik özgüveninin buram buram yükseldiği satırlar.
Tüm bir ülkeyi zincire vuran korkunun izi bile yok. Sanki ihbarlar, kamplar, tutuklamalar, kuyruklar, fakirlik; hiçbiri yaşanmamış.
O zamanlar okuyup bu kör, nerede yaşadığının farkında olmayan kıza hayret etmiştim.
Bu kız çocuğu hapishane olarak dizayn edilmiş bir ülkede, bir zifirî karanlığın içine doğmuştu. Buna rağmen hayatı kendisine sunulan bir lütuf; aşkın vücuda gelmesinin, aşkı tatmanın, dünyayla mutluluğunu paylaşmanın yolu olarak görmüştü.