«Gördün mü, okuyucum, seni tanımıyorum ama öyle seviyorum ki, elim kolum erişebilseydi, yüreği- nin tam ortasına bir yara açar, sonra da bu yaraya tuzla sirke koyardım; böylece, bu yara sana hiç aman vermesin diye, sürekli bir tedirginlik, sonsuz bir gönül darlığı içinde yaşamanı sağlamış olurdum.» Kendini bilen her yazar, Unamuno'nun bu seslenişine, kuşku- suz candan katılır. Okuyucusuna ilettikleriyle onu de- ğiştirmek ister çünkü. - «Beni okuduktan sonra eski- den nasılsan yine öyle kal» diye düşünen sözümona ya- zar yazmasa da olur, yazsa da yazdıklarını ortaya çı- karması gerekmez. Sarsıp uyandırmak, bilinçlendirip yetiştirmek başkaları da var ama işte yazarın önem- li bir görevi. Kişiye, kişi olarak hem yazara hem oku- yucusuna, kendini arayıp bulmada; yeni yeni yaşama olanakları edinmede; çeşitli yönleriyle evreni görüp olgunlaşmada yardımcı olan başarılardır gerçek yazı ürünleri. Özellikle hızlı akışlı çağlarda, algılama, akıl yürütme, yargılama, beğenme, değerlendirme bakı- mından kavramların, saptamaların, özlemlerin herşe- yi altüst eden bir hıza kapılıp gittiği bunalımlı dönem- lerde, ne etse bitmez yazarın yazarlık gündemi. Gaze- teciden felsefeciye, ozandan bilimadamına, romancı- dan denemeciye dek, yönetmede, eğitmede, sevmede, duyuşta, istemede durak nedir bilmeyen eylemlerin or- tasındadır yazar. Bütün bunların alanıysa dildir; dille yapar, dilde sürdürür varlığını yazardır.