İnsan, akıl ve imgeleme gücüyle kendi kişiliğini tanımaya ve anlamaya çalıştığı gibi aynı zamanda içinde yaşadığı dünyayı da tanıyıp uyum sağlamaya çalışmaktadır.
Senden ne kadar çok kurtulmak istersem isteyeyim, seni sevmek bu dünyanın kurallarına göre akıldışı ve ümitsiz bir şeydir, ama bu akıldışılık ve ümitsizlik bağlar beni bu hayata, yabancım olan hayata..
W. Benjamin'in açıklıkla ifade ettiği gibi, onun davet ettiği eleştiri, salt yıkıcı olmaktan uzak, daha ziyade arındırıcı -kurtarıcı- olarak tanımlanır; ikili bir hareket içerir: aklın içine kayıtlı akıldışılık işaretlerini kavramak, aynı şekilde akıld ışıl iğin sunduğu akıl izlerini alımlamak.
Stoacıların insan ruhu konusundaki dogmatik öğretisi, sayesinde dünyada ki tüm yaşam olaylarını, varlık ve oluşu açıkladıkları maddeci tümtanrıcılıkla yakından ilişkilidir. Tanrı her şeydir ve bu dünyayı oluşturan her şeyin dışında bir şey değildir: Evren Tanrıdır. Böylece Tanrı, yalnızca madde değil, aynı za manda dünyanın biçimi, yaşamı ve
–"Aydınlanma filozoflarına göre akıl ve bilgi bir kez yaygınlaştı mı, insanlık büyük gelişmeler kaydedebilecekti. Bu da bir zaman sorunuydu sadece. Akıldışılık ve bilgisizlik silinecek, aydınlanmış bir insanlık çıkacaktı ortaya. Bu düşünce batı Avrupa'da son birkaç on yıla kadar neredeyse tek geçerli anlayış durumundaydı. Ama bugün daha çok bilginin dünyada her zaman daha iyi koşullar sağladığına o kadar inanamıyoruz. 'Uygarlığa' yönelik bu eleştiri de zaten aslında bizzat Fransız Aydınlanma filozofları tarafından getirilmişti."
–"Öyleyse onlara kulak versek daha iyi olurmuş.
–"'Doğaya dönelim!' Uygarlık eleştirisinin sloganı işte buydu. Ama Aydınlanma filozoflarının doğa deyince anladıkları, neredeyse akılla aynı şeydi. Çünkü akıl insana doğa tarafından verilmişti. Oysa örneğin kilise ya da uygarlık böyle değildi. 'Doğa halkları'nın Avrupalılardan daha sağlıklı ve mutlu olduğu, çünkü uygarlıkla tanışmadıkları öne sürülüyordu. 'Doğaya dön' çağrısı Jean Jacques Rousseau'ya aittir. Rousseau'ya göre doğa iyiydi ve dolayısıyla 'doğal haliyle' insan da iyi bir varlıktı. Bütün kötülüğün kaynağı insanı kendi doğasından uzaklaştıran uygarlaşmış toplumdu. Bu yüzden Rousseau çocukların 'doğal' saflığını olabildiğince sürdürmek gerektiğini savunmuştur. Diyebiliriz ki çocukluğun kendi başına bir değer sayılması da Aydınlanma Çağı'nda ortaya çıktı.
_Kendine gülmeyen ustaya şaşarım. Güler geçerim ona işte. Öz evimde yaşarım. Benzemem hiç kimseye.
_İnsanın kendine gülebilmesi; şimdiye değin, en iyiler gerçek anlamından yoksun kaldı bunun; en yetenekliler ise bu konuda bir deha göstermediler. Belki de kahkaha, bilgelikle birleşecek, geriye yalnızca "şen bilim" kalacaktır. Şu anda
Dehşetengiz ölüm görüntüleri neden hep uzaktaki fakir ülkelerden derlenir? Neden üçüncü sayfaların cinnet ve cinayet haberleri, sayısal olarak değilde de kültürel olarak azınlık muamelesi gören, kendi başına bir güçsüzlük ve akıldışılık olarak, bir tiksinti ya da utanç kaynağı olarak görülen yoksulluktan derlenir? Ölüm bizden uzak olmalıdır. Yoksullardan duyulan korkunun nedenini burada aramıştı Battaille. “Zenginlerin işçilerden korkması, küçük burjuvaların işçileşme tehlikesi karşısında içine düştükleri panik hali, onların gözünde yoksul insanların ölüme daha yakın olmalarındandır.” Böyle diyordu Edebiyat ve Kötülük’te: “Hatta kimi kez pisliğin, güçsüzlüğün, kargaşanın ölüme götüren izbe sokakları, bizleri ölümün kendisinden daha çok tiksindirir.”
İnsan, uçlar, imkânlar ve tezatlar arasında mekik dokur. Aklîlik (rationalité) ile akıldışılık, yaşanmış ile kavramlar, sonsuz gerçekle ilmin sonluluğu, izah ile anlama, iman ile bilgi arasında mütemadi gidiş-gelişler.
Kant'ın iddiasına göre, kötü eylemde bulunmak, kişinin kendi aklıyla yaratılan düsturların çiğnenmesidir ya da tutarlı şekilde tümel yasalar olarak görülemeyecek düsturların yaratılmasıdır. Başka bir deyişle, kötülük akıl yasalarının çiğnenmesinin neticesidir. Bu anlayıştan yola çıkarak ahlakdışılığın aslında bir tür akıldışılık olduğu kararına varabiliriz, çünkü akıl yasaları çiğnenmektedir. Kant'a göre, ahlakdışı hareket etmekle daha az akılcı insanlar haline geliriz, böylece insanlığımızı zayıflatırız. Güzel yargımıza aykırı şeyler yapmaktan kendimizi alıkoymanın tek yolu, akılcı davranmaktır.
Batı, Keloğlanlığa pek yüz vermez. Orada tam karşıtı. Don Kişot, o sıska ve yaşlı şövalye özentisi, her atılımında hüsrana, yenilgiye uğratılır. Batı'nın düşçülüğe yergisi ta burdan başlar. Akıldışılık cezalandırılır, akıl takdis edilir, yüceltilir.
Senden ne kadar çok kurtulmak istersem isteyeyim, seni sevmek bu dünyanın kurallarına göre akıl dışı ve ümitsiz bir şeydir, ama bu akıldışılık ve ümitsizlik bağlar beni bu hayata, yabancım olan hayata…