Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bazı yemekleri neden canımız çeker? Bu aslında oldukça önemli bir meseledir. Eğer yemek yemeyi insanlardan çok seviyorsanız, siz de çoğu zaman kilo denen o sıkıcı sorunla karşıla- şıyorsunuz demektir. Bu sorunu hisseden herkes gibi "artık diyet yapacağım. Asla eskisi kadar yemeyeceğim ve benim de harika bir vücudum olacak" diye eminim birçok diyet girişiminde bulunmuşsunuzdur. Ama sonuç hep aynıdır. Birkaç gün sonra tabağınızdaki sebze yemeğine tüm isteksizliğinle bakarken, birden aklınıza çift lavaşlı soslu dürüm gelir. Birden elinizdeki çatal ağırlaşır ve hemen bir kenara bırakırsınız. Ne olacak canım. Zaten dört gündür hem diyet hem de spor yapıyorsunuz. Ufacık bir dürümden ne olacak ki? Siz bu düşüncelere daldığınızda, artık beyninizdeki nöronların büyük bir kısmında dürümdeki lavaş ile etin beyninizdeki hafıza merkezlerinde bıraktığı o müthiş tat ile ilgili elektriksel sinyaller dolaşmaya başlamıştır. Şaka gibi ama birden ağzınızın suyu akmaya başlar ve bir anda gemileri yakarsınız. "Bu sefer kesin son" diyerek dürümcünün yolunu tutarsınız. Peki, siz güzel güzel sebze yemeğinizi yerken bir anda nereden çıktı bu durum? Canınız neden deli gibi dürüm çekti? Gelin, bazı yiyecekleri neden arzuladığımız olayına kısaca bir göz atalım.
BİR ZAMAN YOLCUSU: SELİM PUSAT (RUH ADAM ROMANI) Ruh Adam, Atsız'ın tarihî romanlarına göre hayli değişiktir; bir tür post modern romandır. Bu sebeple romanı incelerken biz de farklı bir yol izlemeyi tercih ettik. Selim Pusat'ın ve Romanın Hikâyesi: Selim Pusat adını ilk defa 08 Haziran 1951 tarihinde, Orkun dergisinin 36. sayısında
Reklam
Hiç kimseye benzemeyen bu adama deli denmez mi?
Tepem attı, başladım bağırmaya: "Ben bu evde esir miyim, köle miyim? Çocuğa bak, okula koş, evin ışı bıtmıyor, bir de bizim şehzadenin gönlünü eğlendirecekmişım, yeter artık! Ne bu yahu, yok vergisiymış, belediyesiymiş; ben insan değil miyim? Benim gezmeye, dinlenmeye hakkım yok mu?" Şeref çıktı, odaya mı, mutfağa mı gittı bilmiyorum;
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
_İnsan, Meleklerin Cevherindendir. _Nurlu bir cevher, melek gibi marifet-i ilahi ile süslü olunca, elbette meleklerin arkadaşı olur. _İnsanlar görünüşte insana benzeseler de hakikatte halleri başkadır. Kıyamet gününde manalar görünecektir. _İnsanın içindeki ahlakın tamamı 4 kısımdır. Hayvan, canavar, şeytan ve melek ahlakları. _Allah’tan başka
_Bazı insanlar kendi güneş sistemlerinde yaşarlar. Onları orada ziyaret etmek gerekir. _En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir nefesle yaşamayı. En yüksek uçurumlardan düşerken öğrenirsin uçmayı. En derin yaralarla başlar en derin gülücükler. _Sevdiğiniz insanları düşünüyorsunuz, ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar
Reklam
_Sümerler, Türk'tür. _Tarih 5500 yıl önce Sümer’de başlar. _Sümerce kesinlikle Türkçedir. Prof. Atakişi Kasım _MÖ 2400 yıllarına ait çivi yazılı belgelerde Türk adları bulundu. _Sümerce, Türk, Fin ve Macar dillerine akrabadır. Asurolog Jule Oppert _Atatürk demiş ki: Bırakın şu Asurları! Asurlar Arap cinsinden. Bu Sümeroloji olacak demiş.
_Hayat öylesine sürprizlerle doludur ki, sırtındaki küfeyi alır kiminden, elmasları yükler taş yerine. _Onların zırvalara inanmalarının sebebi, cahillikleri. _Sefil egolarının değer ölçüleriyle ölçüp, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyorlar. _Köle tiplerden oluşmuş hiçbir devlet yasayamaz. Köleden doğan yine köle
_Aristo ile Hegel, diyalektiği oldukça geniş biçimde incelemiştir. Oysa asıl diyalektik, bugünkü doğabilim için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak iç bağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri verir. _Boşinanların en boşu,
_Tanrıları, tıpkı insanlar gibi sevgi ve nefretle harekete geçen, armağan ve kurbanlarla etkilenen duygulu ve zeki varlıklar diye biliriz. İşte, dinin kökeni budur. Dolayısıyla, puta tapıcılığın ya da çoktanrıcılığın da kökeni budur. Tanrısal varlıkları yetkinliğin en son sınırlarına değin yücelte yücelte, sonunda birlik ve sonsuzluk, yalınlık ve
90 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.