Bir ulus başarı kazandığında, ötekilerin bakışı değişir, bu da onun kendisini değerlendirişine etki eder. Özellikle dünyanın Japonya'ya, ardından da Çin'e karşı takındığı tavrı düşünüyorum. Eleştirilen, korkulan, ama savaşma yetileri ve her şeyden önce ekonomik mucizelerinden ötürü saygı duyulan bu ülkelerin kültürlerini oluşturan her şey, diğerlerinin gözünde büyük değer kazandı; dilleri, sanat yapıtları, eski ya da çağdaş edebiyatları, atalardan kalma tıp yöntemleri, tinsel uygulamaları, mutfak gelenekleri, ayin dansları, savaş sanatları, hatta batıl inançları bile hayranlık uyandırmaya başladı. Bir halk, ne zaman muzaffer bir halk imajı kazansa, onun uygarlığını oluşturan her şey bütün dünya tarafından ilgiyle ve önsel bir saygıyla izlenir. Bundan böyle, kendisi de geçmişinden kopma olanağından yararlanabilir ve onu eleştirebilir. Çinliler bugün genelde geçmişlerine karşı duyarsızlık sergiliyor; Batılı ziyaretçiler, onların binyıllık uygarlıklarının "eski nesneleri" karşısında şaşkına dönünce, eğlenip buna bir anlam veremiyormuş gibi davranıyorlar.
Araplarsa böyle bir konumda değil. Durmadan bozgun üstüne bozgun yaşadıklarından, dünyanın geri kalanı onların uygarlığına tepeden bakıyor. Dilleri küçük görülüyor, edebiyatları fazla okunmuyor, inançları insanlarda kuşku yaratıyor, yücelttikleri ruhsal liderlerle alay ediliyor.
Başkalarının bakışını ruhlarının derinliklerinde hissediyor, sonuçta da bu bakışı içselleştirip kendilerine karşı kullanıyorlar. Bu yıkıcı kendinden nefret duygusu Arapların birçoğunda yaygınlaşıyor.