Romantizmin bütün kötülüğü, bize gerekli olan şey ile arzuladığımız şeyi birbirine karıştırmasıdır. Hepimiz hayatta, hayatın korunması ve sürdürülmesi için kaçınılmaz olan şeylere gerek duyarız; öte yandan hepimiz daha iyi bir hayat, eksiksiz mutluluk, hayallerimizin gerçekleşmesini vb. isteriz. İhtiyaç duyduğumuz şeyleri istememiz insanca bir davranıştır, yalnızca gerekli olan değil, arzulanır bulduğumuz şeyleri istemek de insancadır. Hastalıklı olan, gerekli olan ile arzulanır olanı aynı şiddetle arzu etmek, kusursuzluk özlemi yüzünden, ekmeksiz kalmış gibi acı çekmektedir…
Romantizm hastalığı budur işte; sanki sahip olmanın bir yolu varmış gibi Ay’a göz dikmek…
Paran yoksa ekmekte yok. Politikanın alt kademelerinde de, içimizdeki en derin yerde de aynı hastalık. Çok tanrılı çağın insanı, gerçek dünyadaki, varlıklardaki ve hatta kendindeki bu hastalıklı tarafı bilmiyordu. İnsan olduğu için o da olanaksız olanı istiyordu; ne var ki bunda o kadar da ısrar etmiyordu. Onun dini ve ruhlara dünyanın boşluğunu dolduran dinlerdeki aşkın şeyler sadece o yola baş koyanlara, en derin gizemler olarak insanlardan uzakta öğretilirdi...