Sebastian Fitzek / Paket
Okuyucunun algısıyla ustaca oynayarak onu sürekli gerçek mi hayal mi çizgisinde gezdiren, yaşananlardan finale kadar emin olamadığınız ve temposu hiç dinmeyen bir kitap #Paket .
Korkularımızın gerçekleri görmemize engel olduğunu enfes bir kurgu ile anlatmış yazar. Hiçbir şeyden tam olarak emin olmanıza izin vermediği gibi küçük detaylar ile sizi yönlendiren ama her seferinde şüphe duymanızı sağalayan ve başka bir detay ile kafanızı karıştıran bir akışı var. Gerilimden çok psikolojik yönünün ağır bastığını düşünüyorum. Akıcı olmasına rağmen çok fazla ayrıntı olduğu için beyin yakan bir tarzda okuma vadediyor. Öyle güzel bir final yapmış ki biter bitmez yazarın diğer kitaplarını merak ediyor insan.
Problemli bir ailede sevgi açlığı çekerek büyümüştü Emma. Özellikle babasından talep ettiği ilgi “Hemen defol! Yoksa canını acıtırım” sözleriyle sonlandıkça, küçücük kalbi hep kırılarak büyüdü. Halbuki tek isteği, dolabındaki kasklı adamın artık odasına gelmemesiydi.
Büyümüş, evlenmiş ve yaşadıkları onu psikiyatr olmaya itmişti. Bir gün evine gelen postacının, komşusunu evde bulamadığı için ona bıraktığı paket ile tüm hayatı değişmiş ve bütün kabusları geri gelmişti.
Cinayetler, ihanetler ve psikolojik gelgitleriyle herkesten şüphe duyacak ve olayların ne kadarının gerçek olduğunu finale kadar anlamakta zorluk yaşayacaksınız.
Keyifli okumalar…
Ben bu kitabı Kemal Sayar'ın psikiyatr kişiliğinin bir yansıması olarak nitelendirmek istiyorum çünkü içindeki bilgiler insanlığımıza şifa niteliğinde bilgilerdir.
İnsanın varoluşunda gizli olan değerleri, güzellikleri nasıl ortaya çıkarmamız gerektiğine dair çözümler üretmiş yazarımız.
Modern medeniyetin baskısıyla insanın varoluşunda hapsolmuş değerlerimizi gün yüzüne çıkarmamız için yöntemler sunuyor.
Vazgeçmiş olduğumuz değerlerimizin bizi, ait olduğumuz köklerden nasıl uzaklaştırdığına dikkat çekiyor. Günümüze baktığımızda modern çağın bizlere önemsiz olanı nasıl önemliymiş gibi yutturduğunu fark etmemizi sağlıyor.
Teknoloji çağında insanın dünya ile arasına teknolojiyi koyduğu vakit kainatı ve insanlığını anlamlandıramayacağını, yaşamın hiçbir anını birleştirip idrak edemeyeceğini anlatıyor.
Kemal Sayar modern çağda insanların kaygı dolu, varoluşlarına bir neden aradıkları, hiçliğin pençesinde isyan ve sitem dolu insanlığa, ihmal ettikleri ruhlarını kazandırmayı ve etraftaki güzellikleri keşfetmenin ipuçlarını veriyor.
"Hayat insan olmayı öğrenme yolculuğudur." diyor Kemal Sayar.
Hayatta öğrendiğimiz her bilgi Kainatı, insanlığı ve kendimizi anlamak için bir vasıtadır. Bu bağlamda ; "Hayatta her şeyin bir anlamı var."
Keyifli okumalar... :))
Anders Bortne / Uykusuz
Yeterince ve kaliteli uyumak sağlık için önemlidir. Uyku sırasında vücut dinlendiği için daha enerjik ve daha zinde olmamızı sağlar. Uykusuzluğun bir çok sağlık sorununa sebep olduğu gibi zihinsel bozuklukların da tetikleyicisi olduğunu biliyor muydunuz? Uzun yıllar uykusuzluk çeken #AndersBortne, yaşadığı zorlukları ve
Sevgili Ayşe Şasa öyle hoş sâda bırakmış ki arkasında ben de bir iki kelam etmeden geçemeyeceğim.
Hayatı hep bir arayışla geçen, kimlik bunalımlarıyla dolu, psikolojik rahatsızlıklar desen diz boyu... Ne yalan söyleyeyim benim en çok dikkatimi çeken kısım bu konular oldu; bu kadar psikolojik rahatsızlıklarla mücadele ederken, şizofreninin
"Öldükten sonra, doğmadan önce neysen ve nasılsan öyle olacaksın."
Arthur Schopenhauer
Ölüm budur işte önceden neysek sonradan o olacak, geçmiş ne ise gelecek o... Önemli olan şu an bugün. Bugünü nasıl yaşıyoruz? Her birimiz ayrı yaşamlara sahibiz kimisi istediği hayatı yaşadığını düşünüyor... durun bir dakika! Böyle düşünen var mı
Bir araştırma düşünün ki 75 yıl sürmüş olsun. Tam 75 yıl boyunca 750 kişiyi takip etmişler.
Birbiriyle çok zıt iki grup üstelik.. Bir yarısı Harvard Üniversitesi mezunu, diğer yarısı Boston’un en yoksul mahallerinde yaşayan gençler..
18 yaşında tutmaya başlamışlar kayıtları.
Gençlere sormuşlar, “Hayatta seni en mutlu kılacak şey nedir? “ Çoğunluk
Okuyan herkesin övgüler yağdırdığı Nietzsche Ağladığında sonunda benim de enlerim arasında yerini aldı.
Roman, psikanalizin yeni doğduğu yıllarda birbirlerini iyileştiren hasta F. Nietzsche ve doktor Josef Beurer'i konu alıyor. Hipnoz, konuşma terapisi ve Sigmund Freud romanın diğer ilgi çekici noktalarıydı bana göre. Romanda felsefe, tıp, psikiyatr ve psikoloji hem tartışma hem de beraberlik içindeler. Ne ararsanız var yani :)
Nietzsche ve Breuer’in beni bol bol düşünmeye iten sohbetleri, tek tarafın yardım çağrısıyla başlayan bu serüvende iki tarafın da yolunu bulduğu ve hatta zaman zaman kaybolduğum, kendi yolumda bana da çıkış yolları sunan bu iki harika insanın harmanlanmış olduğu müthiş bir eserdi.
Okuma sürecim boyunca ben de onlardan biriydim, ben de aynı odada, aynı masadaydım.Bende sorular sorup cevaplar aradım. Nietzsche’nin duvar ördüğü duygularına olan merakım roman boyunca devam etti.Hep ‘hadi ama ne zaman ulaşacağım hislerine’ diye söylenip durdum. Breuer’in sıkışıp kaldığını zannettiği özgür hayatına şahitliğim hepsi beni sona koşturan duygulardı. Altını çizdiğim o kadar çok anekdot var ki… Hepsi başlı başına ders niteliğindeydi. Hitap ettiği yaş grubu ve roman karakterlerinin düşünce şekilleri nedeniyle herkese gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bi kitap diyemeyeceğim. Okumak için bence belli değerleri oturtmuş olmak çok önemli.Okumayı düşünenlere şimdiden keyifli okumalar diliyorum,kitaplarla kalın ♡
Neden Sigmund Freud okumalıyız?
Aslında bu sorudan önce şunu cevaplamalıyız; neden okumalıyız? Vakit geçirmek, sanatsal haz almak, öğrenmek, insanı tanımak, kendimizi bulmak...
Herkesin okumak için farklı sebepleri var elbette ama her ne sebeple olursa olsun bir kitabın son sayfasını bitirdiğimizde bir şeyler değişmiş olarak kapatıyoruz kapağı.
*Bu notlar, eser ile ilgili kapsamlı ipuçları içermektedir.Hevesim kaçmasın diyenlere duyurulur.
Bir sahne açılıyor önünüze ilk satırlarda. Psikiyatr zümresi hocaları ile birlikte odadadır ve gelecek olan şizofreni hastasını beklemektedir. Hasta nihayet gelir ve gelir gelmez, asistanların her birini dikkatle inceler, gözlerinin içine bakar ve
•
Rehinenin kendisini rehin alan kişiye sempati ve empati duygusu geliştirmeye başlaması olarak tarif edilir.
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından bu adı alan sendromun hikâyesi 1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholmde yaşanan bir olaya dayanıyor. Bir soyguncu tarafından altı gün boyunca bankada rehin tutulan bir kadının, soyguncuya duygusal olarak bağlanması ve serbest kaldığında soyguncuyu savunması, hatta onun uğruna nişanlısını terk etmesi ve bağlandığı soyguncunun hapisten çıkmasını beklemesi, önemli bir psikolojik vaka olarak literatüre geçer.
•
Son sayfasını yeni çevirdiğimde ve duygularım sıcağı sıcağına olduğunda, derin hissiyatlarımı kelimelere dökebileceğim için yorumuna sarıldığım bir kitap Baykuş Nöbeti.
Ne tarafından anlatmaya başlayacağımı kestiremediğim, her türlü duyguyu son raddede yaşatan bir kitapla daha önce karşılaşmadığım kitabın bilmem neresinden söze girsem. ️