“Belki de susmak, anlatmanın tek yoluydu.”
Anar okumayı çok seviyorum, mizah anlayışı, durumları karakterleri betimlemeleri, masalsı ama bir o kadar da gerçekçi dünyası, uçarı fikirleri ve hayal dünyası benim zihin yapımla ve okur zevkimle çok uyuşuyor. Suskunlar ise Osmanlı döneminin musiki yapısını bize sunarken üç ayrı bölümden oluşuyor; Yegah, Dügah ve Segah. Suskunların konusunu nasıl anlatsam diye uzun uzun düşündüm ama ne yazsam sanki bu kitabın büyüsünü bozacak gibi geldiğinden size şöyle açıklamaya karar verdim, Osmanlı imparatorluğunun istanbul’unu ve musiki yapısını, musiki ve tasavvuf tartışmalarını, felsefik konularını, kalın musa cimriliğini ve komikliklerini, Eflatun’u, diğer karakterlerin sıcaklığını, efsunları, efsaneleri okuyoruz tamamen. Dili belki biraz ağır gelebilir ama kitabı bu kadar etkileyici yapan da bence tam da böyle yazılmış olması.
Benim için asla sıradan bir roman değil, fantastik bir dünyada uçan halının üzerinden tüm olayları izliyoruz sanki. Yani ben tam olarak böyle izliyordum her şeyi. Suskunları okumanızı çok isterim, özellikle türk musikisi ya da ney eşliğinde tavsiye ederim. Zaten siz açmasanız da zihninizde hep bir musiki dolanacaktır, buna hazırlıklı oldun. Dönüp dolaşıp aynı cümleye geliyorum işte, efsunlu bu suskunlar; okuyunuz o zaman anlarsınız.
‘Ne var ki her şeyi bilmek için, belki de hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı. çünkü onlara göre, ancak hiçbir şey bilmeyen bir masum gördüğü anda o'nu tanıyabilirdi.’