Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hercai olabilir miyim acaba?
"Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide bir böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil ... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki , etrafımda küçük bir hareket , en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum.Bütün bu beynimden geçenleri teker teker,uzun uzun anlatacak birini . O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. "
On günden beri döktüğüm gözyaşı, çektiğim ahlar, inlemeler gönlüne hiçbir tesir etmedi. Elmas gibi bir vücudun içinde taş gibi bir yüreğin bulunmasına kim inanabilirdi! Bir defa yüzüme bakmadın. Bir söz söylemedin. İnsaf! İnsaf! Ben seni bu kadar seviyorum, senin aşkından deli divane oluyorum da sen benden nefret ediyorsun.
Sayfa 97 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviri : Ömer Aslan, VI. Basım: Şubat 2020Kitabı okudu
Reklam
Sizi eve bıraktıktan sonra tekrar caddeye çıktım. Caddedeki kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret falan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafamda, hiçbir şeyle değişilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor… Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker uzun uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur edemezsiniz....
Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı.
Julia, "Evet." dedi inleyerek. Güzel, çünkü ben de hepsini alacağım. Hepsini is- tivorum. Clay elini tekrar havaya kaldırdığında, Julia bir şaplağın daha yolda olduğunu anlamıştı. Bu acı ve zevk arasında hissettiği duygu, ona kendini çok iyi hissettiriyordu. Bu şaplağın peşinden Clay, ona tam da dokunmasını istediği yerden dokunmak için
Sayfa 278
Sistemleşmiş, şahane bir felsefi düşünce.
Bir varlık nedir?.. Bir takım yönelimlerin toplamı... Ben bir yönelimden başka bir şey olabilir miyim? Hayır, bende bir sona doğru yol alıyorum. Ya türler?.. Türler de kendilerine özgü ortak bir sonuç olan yönelimlerden başka bir şey değillerdir? Ya hayat?.. Birbiri ardınca gelen etkiler ve tepkiler.. Yaşarken bütün kütlemle etkilenip tepkiler veriyorum... Öldüğümde de moleküllerimle etkilenip tepkiler vereceğim... Yani hiç ölmeyecek miyim? Hayır, şüphesiz ki bu anlamda ne ben ölüyorum, ne de herhangi bir şey... Doğmak, yaşamak ve ölmek, şekil değiştirmekten başka bir şey değildir... Her şeyin başlangıcı olan canlı ve duyarlı moleküle varıncaya kadar doğa da acı çekmeyen ve zevk almayan hiç bir şey yoktur.
Reklam
Son cümleye örnek bir sürü arabeskçi geliyor aklıma.
En ünlü arabesk sanatçılar, kıl­lı göğüslerini açıkta bırakan ipek gömleklerle geziyor ve pır­lantalı Rolex saat takarak, spor Mercedes otomobile biniyor ve "Ben ölüyorum, bitiyorum!" diye hıçkırıklara gömülmüş şarkılar haykırıyorlardı. Bu müzik, sadece bir müzik olarak değerlendirilemezdi. Bu seste, Ortadoğu'ya özgü bir kaypak­lık, bir kandırmaca, bir yalan, güçsüz olanı ezme, güçlünün önünde ise el etek öperek riyakarca eğilme demek olan bir yaşam üslubu vardı...
Sayfa 103 - Doğan KitapKitabı okuyor
Porno
Becerebileceğim kadar sade ve herkesin anlayabileceği şekilde anlatmaya çalışayım: "Her memeli gibi insan beyninin derinliklerinde de "ödül yolu" (Reward Pathway) 258 olarak adlandırılan bir merkez vardır. Ödül yollarının görevi; kişi mutlu olduğu bir şey yapınca beyne "zevk" kimyasalları salgılayarak kişiyi ödüllendirmektir. Böylece beyin, hem insanın 'neden mutlu olduğunun kaydını tutmuş olur hem de bu kimyasallar beyne, bundan mutlu oluyorum, yeniden isterim, beni acı veren, riskli, tehlikeli alanlara değil bu alana yönlendir' diyerek kişiye yön verme vazifesini görür. İnsanın neslini koruması, insanlığın en temel güdüsü olduğu için olsa gerek, vücut tarafından en çok ödüllendirilen (dopamin salgılanan) eylemlerden biri de cinselliktir Sorun şu ki, beyin aldatılabilir. Özellikle bağımlılık yapan uyuşturucu nitelikli maddeler, beyne "sahte sinyaller" gönderirler. Beyin, sahte ile gerçek sinyal arasındaki (mutluluk veren gerçek olay ile uyuşturucunun verdiği mutluluk arasındaki veya ilişki ile mastürbasyon arasındaki) farkı hissedemediğinden ödül merkezi sahte sinyallerle de harekete geçebilir. Olay sahte bile olsa "dopamin", mutluluk hormonu (seretonin) sonrasında serbest bırakılır. Biriken dopamin kişiye "ben bunu sevdim, yeniden isterim" dedirtir. Dopamin miktarı fazlalaştıkça "yeniden isterim" baskısı da artar.
Renklerden Moru alıntılar
(1) Güldü. Sen kendini ne sanıyorsun, dedi. Kimseyi lanetleyemezsin. Baksana şu haline. Siyahsın, fakirsin, çirkinsin, kadınsın. Kahrolası dedi sen bir hiçsin. (...) Bir ses, dinleyen her şeye dedi ki, fakirim, siyahım, çirkin olabilirim, yemekte pişiremem belki. Ama buradayım. (2) Çok mutluyum. Aşkı buldum, işim var, param var, arkadaşlarım ve
Sayfa 1 - Doğan Kitap - Renklerden Moru
Ben, yaradılışım itibariyle, ikiliğin düşmanıyım. Birbirinden ayrı veya birbirine karşı iki gelişme, iki hadise beni rahatsız eder. Fikrimin takip ettiği yüksek bir gaye vardır; farkları yok etmek. Böyle yapmakla, Grek'lerden beri daima birliğe gitmiş olan ilmin ruhuna sadık kalmış oluyorum. Eğer dikkat ederseniz hayatta ve sanatta da bu böyledir. Aşk iki kişiyi tek bir varlık haline getirmek ister ve muhtelif şeyleri birbirine benzeten, şekillendiren, mecaz ve istiareyi daima kullanan şiir ise bütün bu şeylerin değerini peşin olarak kabul eder.
Reklam
‘Ben işte o tutunmak zorunda olduğum canım kendimi, içimde bir devlet hastanesine yatırdım. İmkanları çok gelişkin olmasa da iyi kötü tedavi oluyorum. Kalbim hala cılk yara ama her gün antibiyotik veriyorlar, iltihabın bir vadede kuruyacağını umuyorum. Bazen insanlar niye aniden sessizleştiğimi soruyorlar. Bilmiyorlar ki o anda yorgun ve sinirli bir hemşirenin çok acıtarak taktığı serumumu alıyorum. Kendimi tıbbın kollarına bıraktım, gıkımı bile çıkarmıyor, çaktırmadan iyileşiyorum Osman.’
Sayfa 100Kitabı okudu
Ne var ki ben, kendimle ilgili bazı meseleleri hâlâ çözebilmiş değilim. Rendekâr düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ben de düşünüyorum, dolayısıyla varım, ama kimim? ... Hangimiz düş ve hangimiz gerçek? Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.
"Doktorlar anlamadı ama ben hastayım. Hastalığımı biliyorum: Umutsuzluk, kırgınlık... Ruh çöküntüsü içinde gittikçe kendimden ayrılıp başka bir insan oluyorum. Bu umutsuzluk, ne yapmam gerekli olduğunu bilmememden geliyor. Ne başkaları için yaşayabiliyorum, ne kendim için."
Kayınvalidem biraz evhamlıydı. Akşama kadar sayısız kere tansiyonunu ölçer, doktora gittiğinde, "Bir şeyin yok" lafına çok sinirlenirdi. "Anam bu anlamıyo, ben ölüyorum, bir şeyin yok diyo" derdi. Reçetede yazılı ilaçları kendi kafasına göre alır, her hastalıktan anlardı. Bir akrabamız kanser teşhisiyle tedavi olurken ziyarete gittiğimizde, "Anam hiç olmazsa senin hastalığının adı belli, benimki daha belli bile olmadı" diye teselli ettiğini iyi hatırlıyorum. Bize gelirken tansiyon aletini yanında getirir, sürekli ölçerdi. Bilezik gibi neredeyse kolundan hiç çıkarmamacasına… O, annesinin önemli bir hastalığı olmadığını biliyordu. Kayınvalidem bizim evin kadrolu elemanları Ayten'i, İffet'i, Neriman'ı, Rıza Efendi'yi, karısı ve çocuklarını, beni, Ali'yi ve Ezo'yu sıraya sokuyor, tansiyonumuzu ölçtürüyordu. Ölçtüreni tekrar sıraya sokuyor, aynı şeyi bir tur daha yapıyordu… Her birimiz üçer beşer kere tansiyonumuzu ölçtürüyorduk. Annesi, "Yoruldum artık oğlum" deyince, "Anne, iyice doy bu alete de bırak elinden diye yapıyorum, seni mutlu etmek için" diyordu. Annesi de hem katılarak gülüyor, hem ölçmeye devam ediyordu. O, tamam deyinceye kadar bırakmıyordu. Oğlunun bu konuyla eğlendiğini biliyor, "dur" demesini bekliyordu. Böylece neredeyse yarım günü hepimiz kuyrukta geçiriyorduk İşi gücü bırakıp tansiyon ölçtürüyorduk…
Sayfa 38 - Doğan KitapKitabı okudu
- Kızıl kahkaha bu. Dünya çıldırdığında işte böyle gülmeye başlar. Dünyanın çıldırdığını biliyorsun değil mi? Ne çiçekler var üstünde, ne de şarkılar; derisi yüzülmüş bir baş gibi yuvarlak, pürüzsüz ve kızıl artık. Görüyor musun onu? - Evet, görüyorum. Gülüyor. -Bak ne oluyor beynine. Kanlı bir lapa gibi kırmızı ve bulamaç haline gelmiş. - Bağırıyor. - Canı yanıyor. Ne çiçeği var ne de şarkısı. Hadi şimdi ben de üstüne uzanayım. - Çok ağırsın, korkuyorum. - Biz ölüler canlıların üzerine uzanırız. Üşümüyorsun ya? - Üşümüyorum. - İyi misin? - Ölüyorum. -Uyan ve bağır. Uyan ve bağır. Gidiyorum ben...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.