Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Mescid-i Dırâr :
➤Medine'de münafıkların Müslümanlara zarar vermek amacıyla Kuba Mescidi'nin karşısına yaptırdıkları daha sonra Allah Rasûlü tarafından yıktırılan mescid, Kur'an'ın dilinde "Mescid-i Dırar"dır. Sözlükte "zarar vermek, muhalefet etmek gibi anlamlara gelen dırar kelimesi mescid kelimesiyle birlikte Kur'ân-ı
Müslüman görünümlü Bel’amlar , İslâm'a aleni olarak savaş açan oryantalistlerden daha tehlikelidir. Çünkü Bel’am ifsadına "ıslah" dediğinden mekri, avam tarafından samimi bir gayret olarak algılanır.
Reklam
Allah'ın vahyettiği "çoklukla övünmek sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı (Tekâsur/1)" ayeti, daha önce hiçbir döneme bu kadar uygun düşmemişti.
Din tüccarı olan Bel’am ; yer, gök, çiçek, böcek, su, hava gibi kendini kuşatan ve ona "Allahın, Hakim-i Mutlak " olduğunu hatırlatan nimetlerden, tıpkı kendisini çepeçevre saran derisinden sıyrılıp çıkan bir yılan gibi sıyrılır. Ne "Allah birdir" diyen kâinat ayetlerini ne de onu imana çağıran fıtratını dinler. Allah'a âsî bir kul, şeytana sadık bir nefer olur. Kendisini yücelerin en yücesine taşıyacak imanı bırakır, aşağıların daha aşağısına savuran şehvetine tâbi olur. Nefes alırken dilini dışarı çıkaran köpek gibi her şeye şehvet zaviyesinden bakar.
Sayfa 31
Dünyanın bütün nefret suçları simge temelli değil miydi? Kurbanlar katillerin gözünde her neyi simgeliyorlarsa, o yüzden saldırıya uğramıyorlar mıydı? Kişisel bir mesele değildi nefret suçu. Nesnel bir şiddetti.
O zamana dek, her kitabın nesnelerden söz ettiğini sanırdım; kitapların dışında kalan insancı ya da kutsal neselerden. Şimdi, kitapların oldukça sık başka kitaplardan söz ettiklerini ya da sanki kendi aralarında konuştuklarını fark ediyordum. Bu düşüncenin ışığında, kitaplık bana daha da tedirgin edici bir yer gibi göründü. Uzun, yüzyıllar süren bir mırıltı, bir parşömenle bir başka parşömen arasında görünmez bir söyleşiydi demek ki kitaplık; canlı bir nesne, bir insan zihninin yönetemeyeceği güçlerin barınağı, birçok zihinden çıkmış, onları üreten ya da iletenlerin ölümünden sonra da varlığını sürdüren bir gizler hazinesi.
Reklam
Kimi insanlar başkalarının yanlışlarını cezalandirmaktan ziyade kendileri yanlış yapmama konusunda daha duyarlıdır.
Daha önce hep uyum gösteren taraf olduğumuz bir ilişkide farklı bir fikir belirtmek ve bu fikri savunmaya devam etmek benlik tanımlamaya doğru atılmış bir diğer önemli adımdır.
Antidepresanlar ilaç klavuzu
...Her tip kan hücresi farklı bir işlev görür. Beyaz hücreler enfeksiyonlarla savaşmaya yardımcı olur. Yeterince beyaz hücreleriniz yoksa, enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olursunuz...
Sayfa 596 - Psikonet YayınlarıKitabı okuyor
Karun
İslâm'da çalışmak "ma'rûf, başkasının avucuna bakmak ise "münker" dir. Her Müslüman takati nisbetinde çalışmak ve yeryüzünü imar etmekle mükelleftir. Bunu yaparken ne dünyadan ahirete ne de ahiretten dünyaya pay verecek; dünyayı da ihmal etmeyecek, ahiretini de dünyasına kurban vermeyecek. Dünyevileşmenin servet cephesindeki baş aktörü Hz. Musa'nın milletinden olan Kârûndur. Kârûn, güçlü kuvvetli bir kadronun anahtarlarını zor taşıdığı bir hazineye sahipti. Hazine ona ahireti ve Allah'ın ihsan edişini unutturdu, "Bu serveti sahip olduğum bilgi sayesinde elde ettim." dedi. "İhtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: 'Keşke Kârûna verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dedi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allahın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir? dedi." (Kasas, 78) Kârûn, mala sahip olunca her şeyin sahibi olan Allahı unutup dünyevileşenlerin idolü oldu. Çağdaşı olan ehl-i dünya, ilim sahiplerinin ikazlarına kulak tıkayıp ona baktı, onun gibi olmak istedi. Ne var ki bu hikaye çok sürmedi, yer ve göklerin sahibi olan Allah takdir buyurduğu bir zamanda Kârûn'u ve evini barkını yerin dibine geçirdi. Büyük bir kadronun hazinelerinin anahtarlarını taşımakta zorlandığı kapitalistin hikayesi yere gömülmekle son buldu. Servetini fukaranın sevinme vesilesi yapmayan hangi zengini, malı ölümsüzleştirebildi? Enkazdan başka Kârûnlardan geriye ne kaldı?!
Sayfa 28
Reklam
"Bir daha hiç incinmemenin yolunu bulmuştum. Eğer kimsenin benim için önemli olmasına izin vermezsem bir daha asla böyle bir kayıp yaşamazdım."
Tabii ki çoğumuz gizlice, gerçeği bizim bildiğimize ve herkesin bizim gibi düşünüp tepki verecek olsa dünyanin çok daha iyi bir yer olacagina inanıriz. Ama duygusal olgunlugun en önemli dönüm noktalarindan birisi, çoğul gerçeğin geçerliliğini fark etmek ve insanlarin farkl dügünüp, farkli hissedip, farkli tepki verdiklerini anlamaktır. Cogunlukla, "yakınlık", "aynılık" anlamina gelirmis gibi davraniriz. Ozellikle de evli ciftler ve aile üyeleri, herkesin kabul etmesi gereken tek bir "gerçek" varmis gibi davranirlar. Düsündügümüz ve hissettigimiz her seye hakkimiz oldugunu digerlerinin de bu hakka sahip olduklarinı beynimizin yani sira yuregimizle de ögrenmemiz gerçekten gok zor. Kendi dugu ve dügüncelerimizi açikça ifade edip, kendi deger ve inançlarimiza uygun kararlar vermek görevimizdir. Diger bir insanin bizim gibi ya da bizim istedigimiz gibi düsünüp hissetmesini saglamak bize düsmez. Böyle bir seye kalkigirsak, kigisel acilarin ve duygusal sarsintilarin yaşandığı ve sonuçta hiçbir şeyin değişmediği bir ilişkide buluruz kendimizi.
Dünyevîleşme ise Hz. Âdem’deki bir zellenin sonucudur. Her isyan, düşüş içinde bir düşüştür. Ahiret "cevher" ise dünya "araz"dır. Bunun için Allah Rasûlu ﷺ eşlerinin dünyevîleşme talebine müsbet cevap vermemiş, meşrubesine çekilmişti. Eşlerinin daha müreffeh bir hayat yaşama çağrılarına olumsuz yanıt veren Allah Rasûlü ﷺ ümmetine de dünyada garib olmayı, bir yolcu gibi yaşamayı emretti.
Sayfa 23
Dünyevîliğin lider kadrosu; gurbete düşen, mutsuz olan insanı kendilerine benzetmek için büyük iddialarda bulundu. "Denize düşen yılana sarılır." misâli yığınla insan da onlarla yeniden yüceleceğini zannetti ve şeytanın "hatvelerine/adımlarına" tâbi oldu. Semadan gelen : “ Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse muhakkak o, edepsizliği ve kötülüğü emreder.’’ (Nûr, 21) çağrılarını ya duymadı ya da anlamayı tecil etti. Her adımda özlemini çektiği cennetten biraz daha uzaklaştı. Parada, yatta, katta, şehvette, şöhrette "huzur" aradı. Bilim, fikir, sanat hamleleriyle şehvetini tatmin etti; lâkin ruhu aç kaldı.
Sayfa 23
Şair dünyaya tepeden baktığında Tanrı'nın ne gördüğünü ve gördüğünün güzel olduğunu bilmek ister; Tanrı'nın gördüğü şeylerin farklı parçaları arasındaki bağıntıların soyut mantıksal niteliklerini veren formülle tatmin olamaz. Fakat bilimsel düşünce bundan farklıdır. O esasen güç veren düşüncedir, yani amacı bilinçli ve bilinçsiz olarak sahibine güç katmak olan bir düşüncedir. Güç nedensel bir kavramdır ve herhangi bir madde üzerinde güç elde etmek için kişinin yalnızca o maddenin tabi olduğu nedensellik yasalarını anlaması gerekir. Bu temelde soyut bir meseledir ve amacımızı ilgisiz ayrıntılardan ne kadar çok arındırabilirsek, düşüncelerimiz de o kadar güçlenecektir. Benzer bir şey iktisat alanında da örneklenebilir. Çiftliğinin her yerini karış karış bilen bir çiftçi buğdayla ilgili somut bir bilgiye sahiptir ve çok az para kazanır; onun buğdayını taşıyan demiryolu buğdayı daha soyut bir şekilde görür ve daha fazla para kazanır; buğdayı yalnızca borsada değeri inip çıkabilecek bir şey olarak tamamen soyut bir açıdan gören borsa simsarı, kendi çapında fizikçi kadar somut gerçeklikten uzaktır ve iktisadi çerçevede bu konuyla ilgili olan herkes içinde en fazla parayı ve en fazla gücü elde eden kişidir. Bilimde de durum böyledir, gerçi bilimcilerin elde etmeye çalıştığı güç, borsada aranılandan çok daha uzak ve gayrişahsidir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.