Dindeki temel nokta ne yaptığın değil ne olduğundur.
“Olmak” senin en derin özündür, “yapmak” ise onun etrafında yer alan yüzeysel faaliyetlerdir.
“Yapmak” senin diğerleri ile dış dünya ile olan işkindir; “olmak” ise ilişkilerden bağımsız olarak, içinde kendin gibi olmandır.
Sen hiçbir şey yapmadan da olabilirsin, ama olmadan var olamazsın. Yapmak ikincil bir şeydir, vazgeçilebilir bir şeydir. Bir insan hiçbir şey yapmadan, hareketsiz kalabilir ama olmadan var olamaz; o yüzden olmak esastır.
İsa, Krishna, Buda, bunların hepsi olmaktan söz eder ve tapınaklar, kiliseler, camiler, organizasyonlar, mezhepler, sözde gurular, öğretmenler ve rahipler hep yapmaktan söz eder.
İsa'ya soracak olursan o senin varlığından ve onu nasıl dönüştüreceğinden söz eder.
Vatikan'daki Papa'ya soracak olursan ne yapman gerektiğinden, ahlaktan söz eder. Ahlak yapmakla, din olmakla ilgilidir.
Bu ayırımın mümkün olduğunca açık bir şekilde yapılması gerekir çünkü geri kalan her şey ona bağlıdır.
Ne zaman İsa gibi bir insan doğsa onu yanlış anlarız. Ve yanlış anlamanın nedeni bu ayrımı gözden kaçırmamızdır: O olmaktan söz eder ve biz onu dinlerken yapmaktan söz ettiğini düşünürüz.
Eğer bunu anlayacak olursan o zaman bu deyiş çok açık, çok yararlı bir hale dönüşür. Senin yoluna ışık tutan bir şey olur.
Yoksa bu deyiş çok tuhaf, çelişkili ve din karşıtı bir şey olarak algılanabilir. İsa bunu söylediğinde söylediği şeyler rahiplere din karşıtı gelmiş olmalı, işte bu yüzden onu çarmıha gerdiler. Onun dini yok edecek bir insan olduğunu düşündüler.