"Onlar geldiler ,ellerinde İncil vardı, bizim ise topraklarımız vardı. İncil'i elimize verdiler, " Gözlerinizi kapatıp dua edin "dediler.Ettik.Gözlerimizi açtığımızda, bizim elimizde İncil vardı, topraklarımız ise onların olmuştu. "
Yâ Rab, bize hakkı hak olarak gösterip ona uymayı nasip eyle, batılı batıl olarak tanıyıp ondan uzak olmayı müyesser kıl ve bizi bir göz yumup açıncaya kadar bile kendi nefs-i emmârelerimizin eline bırakma!
Şeriatçılardan bazıları da, Kara Taş’ı kutsal bilmenin putperestlikle ilgisi olmadığını iddia
ederlerken bayrak örneğine sarılırlar. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınlarında
Kara Taş’ı öpüp okşamanın batıla inanmak olmayıp, Tanrı’ya saygınlık olduğu ve bu tür bir
geleneğin bayrağı selamlamaktan farklı olmadığı yazılıdır. Başkanlığın
Peder ve valideye karşı muhabbetin, Cenâb-ı Hak hesabına olduğu için hem bir ibâdet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyadeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdane bir himmet ile onların tûl-i ömrünü ciddî arzu edip bekalarına duâ etmek, tâ "Onların yüzünden daha ziyade sevap kazanayım." diye samimî hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhanî almaktır. Yoksa nefsanî, dünya itibariyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman; en süflî ve en alçak bir his ile vücudlarını istiskal etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşi, kederli, ruhanî bir elemdir.
Hanımlar Rehberi
Hz. Mevlana der ki,
"Dert; Allah'ı anmana vesile olacaksa, tüm dünya malından yeğdir. Dertsiz dua, soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir” (Mesnevi, Cilt 3)
Nur Risaleleri'nde Hristiyan ve Müslümanların ittifakına (!) Said Nursî tarafından Mehdî (a.s.) de iştirak ettirilmiş ve bu ittifakın programı olan Risale-i Nur'u Mehdî'nin neşir ve tatbik edeceği de iddia edilmiştir:
"...sonra gelecek o mübarek zat (Mehdi), Risale-i Nur'u bir programı olarak neşr ve tatbik
"𝑺𝑶𝑵 𝒀𝑨𝑵𝑮𝑰𝑵"
Benim değil o eski ateş semazenleri
Şimdi viraneleri ağlatıyor tenleri
Dalgın ırmaklarını kuruttum acıların
Rengi değişti sevda ikliminin, suların
Geçmişini arayan o divane köprüler
Akşamın kollarında yıkıldı birer birer
Yağmuru anlamayan bulutlar benim değil
Günbatımına mahkûm umutlar benim değil
Âşikâr olmuş meğer tende
Bu konuda Ömer İbn-i Abdulaziz (rahimehullah)'ın şu duasına bir kulak ver derim:
"Rabbim! Bana bir düşman musallat ettin ki, onu göğsüme ve damarlarıma yerleştirdin. Bir kötülüğe niyet etsem, beni ona teşvik ediyor. Bir iyiliğe azmetsem, ona engel oluyor. Şayet gaflete düşsem, o gaflet etmiyor. Unutacak olsam, o unutmuyor!
Şehvetleri önüme dikiyor, şüphelerle bana saldırıyor. Eğer Sen onun tuzağını benden def etmezsen, ayağımı kaydıracaktır.
Allah'ım! Onun benim üzerimdeki hâkimiyetini, Senin onun üzerindeki hâkimiyetinle yok et ki kurtulanlarla birlikte ben de kurtulayım. "
Sabır bir duadır : " Dikene baksan da gülü hayal et ..."
...
“Sabretmek öylece oturup beklemek değil, ileri
görüşlü olmak demektir. Dikene bakıp gülü, geceye bakıp
gündüzü hayal edebilmektir” Şemsin sözlerinde sabretmek zamanın sahibine dua etmektir. Biliriz ki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.