Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Carl Sagan der ki:
Eğer anaokulu ya da 1. sınıf öğrencilerinin olduğu bir sınıfa girerseniz, karşınızda bir sınıf dolusu bilim meraklısı bulursunuz. Size inanılmaz derinliği olan sorular sorarlar. -Rüya nedir, ayak baş parmağımız neden var, dünyanın doğum günü ne zaman, çimenler neden yeşil, ay neden yuvarlak? Bu sorular oldukça derin ve önemli sorulardır. Üstelik çocuklar bu soruları çok da düşünmeden bir anda üretebilirler. Eğer liselilerin olduğu bir sınıfa girerseniz bunların hiç birisini göremezsiniz. Karşınızda sadece meraksız bakışlar bulursunuz. Bu durum, anaokulu ve lise arasında geçen zaman içerisinde gerçekten korkunç bir şeyler yaptığımızı gösterir.
Çünkü her bir görüşü benimseyenler, kendi görüşlerinin başkaları tarafından da kabul edilmesini sağlamak için, Hz. Peygamber'in gölgesine sığınmışlardır. Hadislerin kayda geçirilmediği söz konusu dönemde bu durum, hadis külliyatının karşıt fikirlerle dolması sonucunu da doğurdu. Doğrusu Müslümanlar arasında meydana gelen üzücü olayları, Hz. Peygamber'in önceden haber vermesi de olayların kaçınılmazlığını ve bundan dolayı da tarafların suçsuzluğunu ortaya koymak amacına yöneliktir. Ayrıca, bir olay ne kadar korkunç olursa olsun, o· olay önceden haber verilirse dehşetinden çok şey kaybetmektedir. Olaylara yorum bulamayanların içine düştükleri psikolojik durum da, büyük bir olasılıkla buna ortam hazırlamıştır.
Reklam
Hz. Ömer, kaderi, Yüce Allah'ın koyduğu yasalar olarak kabul ederek, vebadan kaçmaması durumunda vebaya yakalanarak ölmesinin de Allah'ın kaderi olduğunu, vebadan kaçma imkanının verilmesinin de Allah'ın takdiri olduğunu, yani insanın iradesini kullanarak bu iki durum karşısında seçme hakkını kullanabileceğini ve tercih ettiği 162 durumun sonucuna da katlanacağını belirtmişti. Ebu Ubeyde ise, insanın yapacağı bir şey olmadığını kaderin hükmünü icra edeceğini 163 düşünmekteydi. Ona göre kaderden kaçmak mümkün değildi. Nitekim Ebu Ubeyde ve birçok ileri gelen Müslüman bu veba hastalığından öldü. 164 Vebadan kaçan Hz. Ömer ise yaşamını sürdürdü. Ancak, Hz. Ömer de yaralandıktan sonra kaderci bir anlayışa yönelmişti.
İlliyet rabıtası (nedensellik bağı)
Tarafın kusurunun zarara yol açtığını söylemeyi gerektirecek bir nedensellik bağının bulunması gerekir. İslam hukukunda illiyet rabıtası olarak ifade edilen bu durum, bir tarafın, sözleşmenin gereği olarak yerine getirmesi gereken edimi ifa etmeyip bu fili ile karşı tarafı zarara uğrattığını somut olarak tespit edebilecek bir nedenselliğin bulunmasıdır. (Karaman, 1991, s. 419-435) Bu tür bir nedensellik kurulduğu takdirde akdi/sözleşmesel sorumluluktan söz edilir ve kusurlu tarafın sözleşmenin diğer tarafını uğrattığı zararı tazmin etmesi gerekir.
aptallık açığa çıktığında zeki görünür
Bugün bir grup gencin ufacık bir kulübe üzerinde çalışmalarını izlerken, Funabaşi’den genç bir kadın yürüyerek yukarıya geldi. Neden geldiğini sorunca şöyle dedi, “Yalnızca geldim, hepsi bu. Artık hiçbir şey bilmiyorum.” Zeki bir genç kadın, soğukkanlı, kendine hâkim. Bunun üzerine sordum, “Eğer aydınlanmamış olduğunu biliyorsan, söyleyecek bir şey yok, değil mi? İnsanlar, dünyayı ayrım lamanın gücü ile anlamaya çalışarak, onun anlamını gözden kaçı rıyorlar. Dünyanın böylesine zor durumda olmasının nedeni de bu değil mi?” Sessizce yanıtladı, “Evet, öyle diyorsanız”. “Belki de aydınlanmanın ne olduğuna ilişkin gerçekten açık bir fikrin yok. Buraya gelmeden önce ne çeşit kitaplar okudun?” Okumayı reddeder şekilde kafasını salladı. İnsanlar öğrenim görürler, çünkü anlamazlar ama öğrenim görmek, kişinin anlamasına yardımcı olmaz. Çok çalışırlar ve en sonunda tek buldukları insanın hiçbir şey bilemeyeceği, anla manın insanın erişebileceklerinin ötesinde olduğudur. İnsanlar genellikle, “anlamama” sözcüğünün, örneğin, dokuz şeyi anlayıp bir şeyi anlamadığınız bir durum için kullanılabile ceğini düşünürler. Ama on şeyi anlamaya niyetlenerek, gerçekte bir tek şeyi bile, anlamazsınız. Eğer yüz tane çiçeği biliyorsanız, bir tekini bile “bilmiyorsunuzdur” . İnsanlar, anlamak için zorlu müca deleler verirler, kendilerini anladıklarına ikna ederler ve hiçbir şey bilmez halde ölürler.
Sayfa 154 - Kaos
OTİSTİK SPEKTRUM BOZUKLUĞU
Genellikle 3 yaşından önce teşhiş edilir. Bu durum erkeklerde, kızlara oranla 4 kat daha sık görülür.
Sayfa 69 - KAKNÜS YAYINLARIKitabı okuyor
Reklam
tebyinsiz bir Kur'an düşündüğümüzde burada zikretttiğimiz bir kısım ayetler ve zikretmediğimiz birçok ayetleri anlamamız mümkün gözükmüyor. Sahabe açısından da öyle oldu bu durum. Nitekim biz onların anlayamadıkları bir kısım ayetleri gelip Hz. Peygamber 'e sorduğuna dair birçok rivayet görüyoruz. Bu gayet doğal bir şey ve Kur'an'ın bir dağa indirilmemesi ve bir insana indirilmiş olması arasındaki mantığın yattığı yer burası. Kısacası, tebyinsiz bir Kur'an anlayışı, kendi içinde çelişik, tutarsız, açmazları bol ve çıkmazlara götüren bir din anlayışını iras edecek bir telakkidir.
" Bir insanın çok fedakar olduğunu düşünmesi, hiç fedakarlık yap­mak zorunda kalmamışsa, bir fikirden ibarettir. Birileri onun kapısını yardım için çaldığında imtihan başlar. Bu durum onun fedakarlığının gerçek mi, yoksa sözdemi, azmı yok­sa çok mu olduğunu ortaya çıkaracaktır. Rivayete göre, Hz. Ömer, bir başkasını yakından tanıdığını iddia eden birine; "Onunla alışveriş yaptın mı? Onunla komşuluk ettin mi? Onun­la seyahate çıktın mı?" diye sormuş ve her defasında "Hayır!" cevabını alınca, "Sen, o kişiyi tanımıyorsun!" demiştir. İşte ba­şından musibetler geçmemiş birinin kendi benliğini tanıyor olduğu iddiası da böyle temelsiz bir düşüncedir."
Kralların felsefe yapması ya da filozofların kral olması pek mümkün değildir ve de arzu edilen bir durum değildir. Çünkü güç sahibi olmak kaçınılmaz olarak aklın özgür karar vermesine zarar verecektir. Ancak bu krallar ya da kraliyet eşitlik yasalarına göre kendi kendine yöneten halkları filozofların sınıfını yok etmez ve Susturmaz.bilakis açıkça konuşmalarına müsaade edilir. Böyle yapmak her iki tarafında kendi işlerini aydınlatmak bakımından vazgeçilmezdir. Çünkü bu sınıftiler yani filozoflar, dualari gereği komploculuk ve lobicilik yapmayı yeteneksiz olduklarından, kendileri propaganda yapabilme şüphesiden uzaktırlar.
‘Narsist anne veya babaya denk gelen çocuk için durum vahimdir.O bebeğin gözüne bakınca onun ruhunu değil,kendi gerçekliklerini görmek isterler. Belki bu, şu an bize çok masum gelebilir ama narsist tutumlara maruz kalan çocukların hayatları yolunda gitmeyebilir veya davranış bozukluğu gösterebilirler.’
Reklam
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!
Bazı canlı türleri güvenliklerini sağlamak için çok işlerine yarayan mekanizmalar geliştirmişlerdir. Fark edilip saldırıya maruz kalmaktan kaçınmak için zebralar kamuflaj kullanırlar, kaplumbağalar saklanır, köstebekler çukur kazar, köpekler, kurtlar ve çakallar teslimiyetçi bir duruşla pozisyon yenilerler. Savaşma, kaçma ve donma davranışları o kadar ilkeldirler ki, sürüngen beyinden bile daha eski tarihlere dayanırlar. Bu hayatta kalma araçları, örümcek ve hamam böceklerinden pri- matlara ve insanoğluna kadar bütün canlı türlerinde bulunur. Evrensel ve ilkel savunma davranışlarına "savaş ya da kaç" stratejileri denir. Durum saldırganlık gerektirdiğinde, tehdit altındaki yaratık savaşır. Söz konusu tehditle karşı karşıya kalan yaratık savaşı kaybedecek gibi olduğunda da, müm- künse kaçar. Bu seçimler düşünülerek yapılmazlar, içgüdüsel olarak sürüngen beyni ve limbik beyin tarafından yönetilirler. Ne kaçmak ne de savaşmak söz konusu hayvanın güvenliğini sağlayamadığında başvurulacak bir diğer savunma hareketi daha vardır: hareketsizlik (donma), bu hareket de hayatta kalmak için diğer ikisi kadar evrensel ve temeldir
Tepki ve anarşi girişimi neredeyse yok gibiydi. Bu durum işgalcilere ve hükümete daha sert adımlar atılabileceği yönünde ilham veriyordu.
Genel olarak ekonomimiz gelişmekte olan ülkelerin ekonomileriyle kıyaslandığında yüksek bir düzeyde değildir. Kurtuluştan önce Kampuçya yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ülkeydi. Geri bir tarıma sahipti. Yoksul ve aşağı-orta köylüler tüm nüfusun %75'ini oluşturuyordu. Çok yoksuldular. Aynı şekilde emekçi halkın hayat düzeyi de çok düşüktü. Kurtuluş savaşı sırasında muazzam bir tahribat, yıkım ve hasar meydana geldi. Kurtuluştan sonra kendi gücümüze dayanarak ekonomimizi ve ülkemizi yeniden inşa etmeye ve halkımızın hayat düzeyini geliştirmeye çalışmak zorunda kaldık. Pirinç üretimi sorununu çözmek için geniş çapta güçleri seferber etmek zorunda kaldık. Bu sorunu esas olarak çözdük. 1976 yılında halkı beslemeye yetecek ve aynı zamanda biraz da ihraç edilecek kadar pirinç ürettik. 1977 yılında da pirinç üretimi halkı beslemeye yetti ve gene bir miktar ihraç edebildik. Kurtuluştan önce yeterince karnı doymayan yoksul ve aşağı orta köylü- ler ve tüm emekçiler şimdi artık yeterince beslenebiliyor. Bu yiyecek sorunu yüzyıllardır çözülememişti. Feodaller, toprak ağaları ve kapitalistler bu sorunu çözememişti. Sömürgecilik, yeni-sömürgecilik ve dış yardım da çözemedi. Ama biz çözdük. Bu sorun çözüldüğü içindir ki, köylük bölgelerdeki ve bütün ülkedeki halk bu rejimden son derece memnundur ve bu durum, halkın güçlerini daha kuv- vetli hale getirmiştir. Bu güçlerle ülkemizi sağlam temeller üzerine inşa edebiliriz. Bu aynı zamanda ülkemizi savunmak için daha güçlü kuvvetlere sahip olmamızı da mümkün kılmaktadır.
Bir tarafta evrenin genişlediğine dair gözlemsel ve teorik deliller, diğer tarafta maddeyi evrenin biricik unsuru kabul eden materyalistlerin, evrenin değişimini kabullenemeyişleri vardı. Durağan Durum modeli bu tarz bir ruh haliyle, evrenin genişlemesine rağmen değişmediğini ortaya koymak için geliştirildi. Bu modelin mimarlarının en ünlüsü Fred Hoyle idi; O, Big Bang ismini teoriyle alay etmek için kullanmıştı, fakat sonra teori bu isimle meşhur oldu. Hoyle’un, Big Bang’in felsefi sonuçlarından rahatsız oluşu bir sır değildir. O, Big Bang’in bir başlangıcı gerektirdiğini ve bu başlangıç fikrinin evrenin, evren dışındaki Tanrı ile açıklanmasına sebep olacağını söylüyor ve bundan memnuniyetsizliğini ifade ediyordu. Durağan Durum modeli böylece yeni bir bilimsel bulguya dayanmadan, ateist endişelerle oluşturuldu.
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.