Hz. Mevlâna'yı Şems ile aynileştiren nasıl bir aşktı, ruhlarının birleşmesi nasıl bir bütünleşmeydi ki, asırlar geçtiği hâlde hâlâ gıptayla söylenmekte... Nasıl bir özdeşleşmeydi ki, "bir" olarak anılmakta... Nasıl bir coşkuydu ki, iki coşkun denizin kavuşması olarak görülmekte... Nasıl bir kutluluktu ki, O'nun kudreti karşısında
"Üç odalı bir ev kiraladığım gün,
Kurtulacak kitaplarım
merdiven altındaki şeker sandığından.
Belki de gün geçtikçe,
Tabanında halı döşeli
bir Kitaplığım olacak.
Benden söz açıldı mı
önce kitaplarımın sayısı söylenecek
sonra baremdeki derecem...
Bense her şeyden uzak,
Kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım!
Evde bulunmadığım
Dikkat!
Bu satırları okumaya başlayıp, bitirdiğiniz an, en az bir kadın şiddet görmüş olacak. Belki de en az bir Kadın cinayete kurban gitmiş olacak.
Kadın...
Herkesin adını andığı ama sadece anmakla kaldığı bir varlık. Kendisi hariç herkesin onlar hakkında söz hakkı sahibi olduğu düşünülen bir varlık. Hatta benim bile bu iletiyi yazarak
Platon (Eflatun), Antik Yunan deyince akla gelecek ilk isimlerden. Diğeri de Sokrates. Hocası zaten. Üniversitelerdeki akademinin temelini kendisi atmıştır.
Aristoteles isimli öğrencisi ile birlikte en büyük üç felsefe üstadı olarak kabul görürler. Döneminde yaşayan çoğu önemli isimlerin aksine kendi eserleri günümüze kadar gelebilmiştir. Ortaya önce bir konu
Her şeyin zıttı ile kaim olduğu şu âlemde, Suskunlar’ı anlatabilmek için konuşması gerekiyordu birilerinin. Bu maksadı hâsıl eylemek niyetiyle aldım sazı elime. Sâkitini, kimi zaman dilsiz şeytan kılan kimi zamansa Hakk’a ulaştıran sade ama çetrefilli ‘susmak’ eylemi üzerine temellendirilmiş olan bu kitabı konuşmak zor olacak. Biliyorum, “söylesem
Mantıktaki zıtlık prensibi (principe de contradiction)' mâlum. "Bir şey aynı zamanda hem var, hem de yok olamaz." Doğru-yanlış, aydınlık-karanlık, haz-keder ilh... Arasındaki sayısız zıtlıklar da mâlum. Bu zıtların, mevcut olmak için, birbirine muhtaç oldukları da anlaşılmıştır. Ruhi hayatta, bilhassa düşünce hayatında, bu zıtların diyalektik bir hareketle kaynaşarak bir terkibe (senteze) kavuştukları da Eflatun'dan Hegel'e kadar gelen bir tarih içinde gittikçe daha fazla aydınlanmış bir fikirdir...
José Saramago'nun bilinmeyen ülkesinden merhabalar! Bir kez daha misafir oldum bilinmeyen ülkeye. Gerçi Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş ile 5. Saramago eserini okumuş oldum ve kendimi ülkenin bir ferdi gibi hissetmiyor değilim. Fazla uzatmadan kitabın konusuna gelmek istiyorum.
Bilinmeyen bir ülke, isimsiz karakterler... Aralık ayının son günü,
Devlet hakında yazmadan önce, Devlet’i daha iyi anlamak adına Antik Yunanistan tarihi ile başlayalım.
Antik Yunanistan, bugünkü Yunanistan toprakları ile Küçük Asya'da (Anadolu) yaşayan toplumların kurduğu devlet ve uygarlıkların, MÖ 756 (Arkaik dönem) ile MÖ 146 (Roma işgali) tarihleri arasında hüküm sürdükleri bölgenin
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
Ölmek mi daha zor yoksa ölememek mi? Ölümü görmek hata ona aşık olmak peki ? Ya da öleceğini öğrenip son günlerinde neler yapacağını düşünürken sonrasında ölememek? Peki posta kutunuza ölüm tarafından eflatun bir zarf bırakılırsa vereceğiniz tepki? Üzerine düşünülmesi,
"Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok, burada dursun."
Birhan Keskin, fakir kene
"Sabahları kitap mürekkebinin kokusunu içime çekmeyi severim."
MÖ 4. Yüzyılda Aristoteles tarafından insanların en iyi şekilde yaşayabileceği, en iyi devlet düzenini ortaya koyabilmek amacıyla kaleme alınmış bu eser, siyaset ve felsefe alanında etkileyici düşünce ve fikirlerden oluşuyor. Aristoteles'in düşünce ve fikirlerinde Platon'un önemli bir etkisi var. Bu kitapta, Platon'un siyaset felsefesi alanında
Bir biyoloji profesörü şöyle bir laf eder mi?!
"Ariston'dan Eflatun'dan tutun da Pliton'a kadar."
Yukarıdaki cümlede klavye hatası yok. Doğrudan böyle diyor adam. Buyurun linki:
youtu.be/UGLpOHxtF84
Tam bir İhsan Oktay Anar kitabıydı diyebilirim. Eğer ki İhsan Oktay Anar’ın eserleriyle daha önce karşılaşmadıysanız ilk okuyacağınız kitap Yedinci Gün olmamalı. Gerek Osmanlıca kelimeleri oldukça fazla kullanılması, gerekse olay örgüsünün kullanım biçimi ağır gelebilir. Sindirilerek okunması gerekir.
Tarih, din, yaratılış felsefe çoğu türü