Otuz yaşındaydım. Ama kırk yaşında, elli yaşında da olsan annen hayattaysa ona hep ihtiyaç duyuyorsun. Annen yaşadığı sürece elini ona doğru uzatıyorsun, tutmak istiyorsun.
Dilim diline değdiğinde birlikte boğulmakta oldu
ğumuz bu andan kurtuldum. Kolları gevşemişti. Elini yavaşça boynuma götürdü, ardından başımı avucunun içine
aldı. Ruh halimiz kedere doğru yelken açmıştı. Onu sıkıca
tutmak isterken parmaklarım saçlarına karıştı. Ellerini sıktı
ve bizi ayırdı.
“Bir dakikaya ihtiyacım var. Seni seviyorum ama gitmem gerek.”
Kalbim yeniden paramparça olmuştu. Onu kaybetmiştim.
“Eğer beni terk edersen bir daha geri döneceğini dü
şünmüyorum,” dedim, beni yalancı çıkaracağını ve bana
çaresizce beklediğim huzuru vereceğini umarak.
Ve o an aşkın ne işe yaradığını anladım.
Aşk hayatta kalmana yardım ediyordu.
Anlam aramayı da unutturuyordu aramayı bırakıp hayatı yaşıyordun. Aşk önemsediğin kişinin elini tutmak ve şimdiki zamanda yaşamaktı. Geçmiş ve gelecek yalnızca mitti. Geçmiş ölen şimdiki zamandı ve gelecek hiçbir zaman var olmayacaktı, çünkü ona ulaştığımız gelecek zaman şimdiki zamana dönüşecekti. Şimdiki zaman sahip olduğumuz tek şeydi. Sürekli devinen, sürekli değişen bir şeydi şimdiki zaman. Ve hercaiydi. Yakalamanın tek yolu geçip gitmesine izin vermek, onu serbest bırakmaktı
yakışandır. çöl gecelerinde mehtabı seyreden mecnunlar yoğururken zamanı yüreklerinde kalbine vebal değmesin diye, gözünü yıldızlardan uzak tutmak için elini ateşe atmak kadar sadıkçadır gönül haznesinde sakladığına. hüzün burada adamcadır. kehribar tesbihin ellerde sayıklaması kadar seslicedir. bir mutki tütününden sarılmış sigaranın genzi yakan ciğeri yankılatan dumanı kadar da eftaldir çayla birlikte,.
" 'Seni seviyorum,' dedi.
Ve o an aşkın ne işe yaradığını anladım.
Aşk hayatta kalmana yardım ediyordu.
Anlam aramayı da unutturuyordu. Aramayı bırakıp hayatı yaşıyordun. Aşk önemsediğin kişinin elini tutmak ve şimdiki zamanda yaşamaktı. Geçmiş ve gelecek yalnızca mitti. Geçmiş ölen şimdiki zamandı ve gelecek hiçbir zaman var olmayacaktı, çünkü ona ulaştığımızda gelecek zaman şimdiki zamana dönüşecekti. Şimdiki zaman sahip olduğumuz tek şeydi. Sürekli devinen, sürekli değişen bir şeydi şimdiki zaman. Ve hercaiydi. Yakalamanın tek yolu geçip gitmesine izin vermek, onu serbest bırakmaktı.
Ben de bıraktım.
Evrendeki her şeyi bıraktım."
Kitabımı sana adamak istedim
Gözlerine baktım
Gözlerin yok
Öpmek istedim
Yüzüne baktım
Yüzün yok
Tutmak istedim elini
Elin yok
İşit sözlerimi yüreğe işleyen
kulakların yok
Anlat bana bir şey anlat
Dilin yok
Haydi yan yana
yanın yok
Kitabımı sana adamak istedim
Adın yok
Güvercin getirdi şiirimi geriye
Bu dünyada anlattığın kadın yok...
Julia'nun nefesi kesildi ve sözleri, kendi eline sürtünerek boşalır- ken çıkardığı haz çığlıkları arasında boğuldu.
Saniyeler içerisinde Clay onun üzerindeydi. Fuları açmış, onun göz kapaklarının açılışını izliyordu. Gü- zel yeşil gözleri şehvetten bulanıktı. Daha önce hiçbir zaman onun gözlerinde şu anki gibi bir ateş görme- mişti. Julia
Başka bir adam ise... Elinden tuttuğu küçük kızla birlikte yürüyordu. Sımsıkı tutmuştu kızın elini. Sanki hiç bırakmayacak gibiydi.
Aynı babam gibi...
Babam da elimi böyle tutardı, hiç bırakmayacak gibi. Sanki hep yanımda olacakmış gibi. Sanki yürümeyi öğrenmem için elimi bıraksa bile, eline uzanmam için her zaman orada olacakmış gibi...
Ama artık düştüğümde bile beni tutmak için orada değildi. Belki de hiç orada olmamıştı. Belki de ben orada olduğuna kendimi inandırıyordum.
Her ne olursa olsun, acı ve tiksintiyle dolu bu çamur deryasının dibinde bir mutluluğun filizlendiğini görebiliyordum. O zamanlar olduğum kızın elini tutmak ve dönüştüğü bu kadın için ona hu dünyada yer açmak istiyordum.
Elini yavaşca kaldırdı, dokunmak ya da elimi tutmak istedi, bilmiyordum ama geri indirdiğinde elinin titrediğini gördüm. Yankı Sarca'nın da elleri titreyebiliyordu.
"Ne olarak senin bu titreyen ellerin Yankı Sarca?"
Dr. Adnan Bütün kabine toplantılarında bulunmaya mecbur oluyor, bundan başka da Mustafa Kemal Paşa’nın çağırdığı hususî toplantılara gidiyordu. Bu günlerde, nadiren gece yarısından önce gelir, bazan da sabahın beşlerine kadar dışarıda kalırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın anormal denilecek bir enerjisi olduğu için, sabahleyin uyurdu. Fakat, Dr. Adnan