Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
224 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"Buğulu gözlerini, kapı ile televizyon sehpası arasındaki boşlukta duvara yaslı duran sandığa çevirdi. Uzun ve dalgın bakışlarla sandığı süzdü. Sonra yutkundu. Kırışık ve dar anlının altında iki küçük lamba gibi parıldayan gözlerini tekrar resme kaydırdığında Gülfidan’ı ile bakışları kenetlendi. Konya sokakları kadar soğuk ve donuk iki masum
Şizofrenin Kamburu
Şizofrenin KamburuArifzade · Mola Kitap · 201215 okunma
Bir babanın kazanabildiği parayla aldığı basit eşyalar ve o eşyaları eşya yapan evin bir yerine saklanmış, görünmeyen huzur... Çok parası olmayan insanların az gösterişli yuvası...
Reklam
Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu.
Huzur mu istiyorsun? Az eşya az insan.
(İnsanlar) kendileriyle birlikte maddeye de evrim yaptırmak için gelmelerine rağmen, bunun tam tersi olmuş, madde ve eşya ön plana geçmiş ve insan maddeye bağımlı ve onun esiri haline gelmiş.
"Ömrüm boyunca, ikinci el eşya satan bir dükkanın vitrinine bakar gibi baktım hayatıma."
Sayfa 45 - Can Yayınları, ekitapKitabı okudu
Reklam
"Sorular soruyor, cevaplar veriyordum. Kısacık bir günü, birkaç saati defalarca yaşıyordum. Tek bir hadisenin öncesinde ve sonrasında kaç ihtimal belirebilirse, hepsini teker teker gördüm. Müthiş bir saplantıydı ve hadisenin geçmişte kalması sorun değildi. Çünkü ilk defa, zaman önemsizdi. İkimizin de bir yere gittiği yoktu; birer eşya gibiydik, birbirimizi nerede bıraktıysak orada bulacaktık."
Sayfa 134Kitabı okudu
Gözlerinde eşya ve hakayiki büyüten bir cam var
Sayfa 175
"Geleceğe güvenmiyor oluşumuz, geçmişimizden kopmamızı zorlaştırır. Geçmişte kim olduğumuz konusundan bir türlü uzaklaşmayız. Arka bahçelere kurulan ikinci el eşya sergilerinde arkeoloğu oynayan bütün yetişkinler, çocukluktan kalma nesne arayanlar, hepsi korkmuş durumdalar."
Herkes yabancılaşmıştı, yabancılaşıyordu. Toplum kuralları ve çevremizde tahkim ettiğimiz maddi dünya, bizi bu yabancılaşmadan koruyan gardiyanlardı adeta. Yolumuzu şaşırdıkça, alışkanlık denen ılık kaplıca sularının içine gömülüp rahatlıyorduk. Sonunda bize yol gösteren şey; evde her zaman oturduğumuz koltuğun aşina yumuşaklığı, gözü kapalı çevirebildiğimiz banyo musluğu ve başımızın yastıkta bıraktığı iz oluyordu. Kendi egemenlik alanını belirlemek için ağaçların altına sidik fışkırtıp sonra kendini bu sidiğin sınırları içinde güvenli hisseden köpeklere benziyordu insanlar da; aşina kokular ve aşina eşya arasındaki bir mutluluk formülü. Dostoyevski Avrupa'dan Rusya'ya dönüşünü, "Eski pantuflalarıma ayaklarımı sokar gibi" betimlemesiyle açıklamıştı. Eski pantuflalara ayakları sokmak... Güzel sözdü doğrusu ve insanlar böyle yaşıyorlardı. Eğer bu tanıdık dünya olmasa, kendilerini bir mahzende büyütülüp sonra birdenbire kent meydanına atılan Kaspar Hauser gibi hissedecekleri kesindi
Reklam
Bir misafir odası benim küçük kalbim, Lakin her misafiri hemen kabul eylemez. Biraz hırçın ve mağrur, bu esrarlı mabedin, Kapıları kapalı, her gelen pek giremez. Öyle bir oda ki bu, hiç bir eşya yok, bomboş, Yalnız bir köşesinde vuran küçük bir saat. Kapıları kapalı, üstelik bir hayli loş, Bu kasvetli odaya verir bir parça hayat. Bu misafir odası bir misafir bekliyor, Köşede duran saat vuruyor tik tak-tik tak. Gelecek diye her an günlere gün ekliyor, Öyle bir misafir ki, bir daha hiç çıkmayacak...
“Seni son kez gördüğümde omuzların ağlıyordu, bilirsin çabuk tanırım ağlayan omuzları... Ama yalnızlığımı seninle harcadığım için pişmandım hâlâ, öfkeliydim biraz da... Sen yine geçip gittin yanımdan, daha önce hiç hayatıma uğramamış yabancı biri gibi. Yüzüne bile bakmadım, omuzlarının üzerinden gökyüzüne çevirdim gözlerimi... Çünkü sular kesik, ellerim kirli, bahanem çok... Kayıp eşya odasında kalbini bile aradığım biriyle en çok ne yaşayabilirim ki dedim içimden. Bir kalp kaç kere kırılıp iyileşir, bir bakış kaç kere hatırlanıp unutulur, bir yalan kaç kez söylenir ve en çok kaç kez affolur? Demek ki her hikâye, bitmeden önce kendini gerçekten tamamlıyor. Su bile kırılıp iki ayrı yerden akmaya başlıyor insanın yanaklarından bazen... Herkes kendi vedasını işte o zaman anlıyor. Aşk için yazdıklarım bitti... Şimdi kir göstermeyen bir sözcüğün, kendisiyle yüzleşme vaktidir. Ve aşkta tüm lekeler, ancak hikâyenin ilk cümlesinde havada asılı duran o hisle baştan sona temizlenir...”
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı Kadınlar gittikçe daha güzel Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü Sular daha soğuk rüzgâr daha serin Eskiden her konuda konuşurdum istekle Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor İçimden geçenleri söyledim sanıyorum Birisi bir şarkı söylemesin kederle Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu Kısa söz basit eşya kedi sevgisi Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak...
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz? Böyle mi görünür gökyüzü her zaman? Her zaman güzel mi bu kadar, Bu eşya, bu pencere? Değil, Vallahi değil; Bir iş var bu işin içinde
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.