Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Güzel bir soru daha
Sual: Bir insan cehennemlik mi, cennetlik mi, Allah bunu biliyor. Fillerimizi yapmamıza izin veren de Allah'tır. Allah adildir ama sonumuz önceden takdir edildiyse biz nasıl iyi veya kötü olabilmeyi etkileyebiliriz. Adalet sarsılmış gibi olmuyor mu zahiren? Yani bir hocanın "Sen ne kadar çalışırsan çalış notun belli" demesinin adilliği ile arasındaki fark ne? Cevap: Allah Teâla'nın bir şeyi bilmesi ve takdir etmesi bizi herhangi bir şeye zorlayan şeyler değildir. Bir kere bu ayrımı yapalım. "Allah böyle dilemiş ne yapayım benim elimde değilmiş" diyemeyiz. Allah'ın (c.c) dilemesi bizim dilememize mutlak mânâda mâni değil. Yani biz bir hayır işlemek istediğimizde Allah buna mâni olmaz. Fakat bizim hayır işleyeceğimizi O biliyor, şer ise onu da biliyor. Şerri de hayrı da işlememizin önünü açmış. Bizim irâdemizi hangi yönde kullanacağımızı biliyor ve bunu yazmış. Biz irådemizi devreye soktuğumuzda O takdir ediyor ve biz işliyoruz. Yani Cenab-ı Hakk takdir ettiği için biz işlemiyoruz. Biz işleyecek olduğumuz için O takdir edip yazmıştır.
Sürüye güzel bakan, onun karnını doyuran çoban her daim iyi çobandır. Koyun küçük müçüktür ama çabuk doymaz. Bir gün, bir koyunla boğa yan yana otluyormuş. Bir zaman geçtikten sonra boğa doymuş, yeşilliklere yayılmış, geviş getirmeye başlamış. Bizim koyun, yanına yaklaşmış, 'Az öteye kay da rızkıma mani olma, altındaki otları yiyeyim,' demiş. Dolayısıyla koyunun yayılacağı yeri İyi seçeceksin. Karnı doyduğunda istirahate geçer, sen de rahatlarsın. Merada doymadıysa ağılda doyurmak mecburiyetindesin ki o da çilenin yanında masraf demek.
Reklam
Aşağıdaki yazı, 1312 [m. 1894] senesinde, Almanyada Würzburg şehrinde neşr edilmiş olan ve Prens Salvator, Prof. Graus, teolog Kirchberger, baron von Bibra, Bayan Threlfall tarafından hâzırlanan (Spaneien = İspanya) ismindeki eserden alınmışdır: (İspanyada en mühim şehrlerden biri, Cordoba (Arabca ismi: Kurtuba)dır. Bu şehr, Arab Endülüs
Sayfa 385 - Hakikat KitabeviKitabı okudu
Parkın içine bir de Lunapark kurulacakmış. Süleyman'la bir cüz daha okuyoruz. Süleyman bana bakıyor, ben de ona. Hafızlığı kolayladı Süleyman. Bak, diyorum Süleyman; hafızlık geçim yolu değil. Para ile Kur'ân-ı Kerîm okunmaz. Bunu kulağına küpe et. Olur, diyor Süleyman. Kur'ân-ı Kerîm'i okudukça o senin gören gözün, duyan kulağın olur, unutma. Unutmam, diyor Süleyman. Dağa taşa bakarsın, şu gördüğün çiçeklere, sokaktan geçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın. Gece ile gündüz, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın. Okudukça açılırsın. Açılırsın ne demek? Ayakbağı olan şeylerden kurtulursun bir, bir. Gittikçe hafiflersin. Hafiflersin ne demek? Biri sana ağır bir söz söyler, biri sana ağır bir yük yükler, biri seni över de göklere çıkarır, biri sana mani olmak ister, biri seni çekip götürmeye çalışır, biri önüne engeller yığar, bir başkası para yığar, biri der ki aç kalırsın, biri der ki yapamazsın, biri der ki olmaz, imkânsız. ......... Bütün bunları aşarsın, anlıyor musun? ......... Anlarsın, anlarsın. Hele biraz daha çalışalım, cehdedelim, kendimizi verelim. "Kendini vermek" ne güzel değil mi? Şu Türkçenin tadına bak.
Rabbimiz dünyaya küsmeyene dünyayı küstürür ki sevdiği kulunun bütün himmet ve ilgisi kendisine olsun. Bu durumda kişinin gerçek veren ve mani olanın Allah Teâlâ olduğunu bilmesi, kalbini insanlarla meşgul etmemesi, onlara güvenip dayanmaması, kanaatkâr ve hoşnut bir kalple Rabb'ine yönelmesi gerekir. Rıza mertebesi dediğimiz bu mertebedeki insanlar işler ters gittiğinde gerçek mani olanın Allah Teâlâ olduğuna inanır ve bu durumu düzeltmek için çabalarken Allah'ın izin vermediği yollara sapmaz.
Bir kimseye sadece atlar, su buharı, tiyatro, yeme-içme veya kitaplar hakkında fikir sormak ya da o kimse çıkageldiğinde nezaketen konuyu onun üzerine titrediği evlatlarına getirmek iltifat değil, aşağılamadır. Atalarımızın Iskandinav efsanelerinde Thor’un evi beş yüz kırk kattan oluşurmuş ya, insanin evi de bes yüz kırk katlıdır. Onun üstünlüğü, bir konudan diğerine uyum gösterebilmesinde, karşıtlıklar ve aykırı uçlar arasında kolaylıkla geçiş yapabilmesindedir. Kültür, insanin abartmalarını törpüler; onun köyünü veya kentini gözünde büyütmesine mani olur. Dışarı çıkıp başkalarıyla ortak bir anlam ve anlayış zemininde buluşacağımız zaman evcil hayvanımızı evde bırakmış olmamız gerekir. Hiçbir edim, canayakınlıktan mahrum kaldığımıza değmez. Oysa bu, adına güzel sanatlar ve felsefe denen su birtakim cafcafli seyler için ödediğimiz pek ağır bir bedeldir. Iskandinav efsanesinde Allfadir, Mimir’in pınarından (bilgelik çeşmesi) bir yudum içebilmek için gözünü rehin bırakır. İşte, karşınızda bilgiç biri; sohbeti kendisi belirleyemedi diye yüzünü buruşturmaktan kendini alamıyor, sözü kesildiğinde öfkesini gizleyemiyor - dayanabilirseniz dayanin ondaki kişiliğe. Entelektüellerde sıkça rastlanan bir durum, onların çevrelerinde bariz bir nefret uyandırmaktan hoşlandığıdır.
Reklam
— Hayır, hayatı derinlemesine anlama, acıyı küçümseme ve diğer konularda neden kendinizi yetkin gördüğünüzü bilmek isterim. Yoksa zamanında siz de mi acı çektiniz? Acının ne olduğuna dair bir fikriniz var mı? Şunu sormama müsaade edin: Çocukken hiç dayak yediniz mi? - Hayır, ailem bedensel cezalardan nefret ederdi. — Benim babam ise acımadan
Kısa bir süre okuduktan sonra, gözkapaklarının ağırlaşmaya başladığını hissetti. Alışkanlıktan olacak, kötü alışkanlıktan. Meslekte de yeniyim: acemilikten olacak. Ayağa kalktı; suyun yanına geldi, başını ıslattı; ıslak ellerini boynunda dolaştırdı. Mendilini ıslattı, başına koydu. Henüz rahatlama isteğinden kurtaramadım kendimi. Çabuk
Sayfa 583Kitabı okudu
Evet, bu dünyâ memleketine ve misafirhanesine gelen her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gâyet keremkârâne bir ziyafetgâh ve gâyet sanatkârâne bir teşhîrgâh ve gâyet haşmetkârâne bir ordugâh ve ta'limgâh ve gâyet hayretkârâne ve şevkengîzâne bir seyrângâh ve temâşâgâh ve gâyet mâni dârâne ve hikmet-perverâne bir mütâla'agâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitâb-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultânını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken; en başta göklerin nûr yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür: "Bana bak, aradığını sana bildireceğim!" der. O da bakar görür ki.....
Raymalı-aga kendi zamanında çok tanınmış bir cırav (yırcı), bir ozan idi. Daha küçük yaşta ün kazanmıştı. Tanrı vergisi bir yetenek ve kişiliğinin üç güzel özelliği sayesinde bozkırın en ünlü yırcısı, âşık ozanı olmuştu: Güftesini kendi yazar, bestesini kendi yapar ve güzel sesiyle bunları hem çalar, hem söylerdi. Dinleyenler ona hayran
ötüken yayınevi
Reklam
Hiçbir şey anlamadım ama güzel geldi
Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, bu uzun zamanlarda ihtiyarım haricinde hizmet-i îmaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemâlâtıma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hatta saâdet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiçbir maksada kat'iyyen âlet etmekliğime gayet kuvvetli, mânevî bir mâni görüyordum. Hayret, hayret içinde kalıyordum.
Ey Oğul!
Okuyup üzerinde düşündüğün ve inceleme yaptığın ilim kalbini ıslah etmeli, kötü niyet ve düşüncelerden arındırmalı, nefsini tezkiye etmeli, yani manevi kirlerden temizlemelidir. Örneğin bir hafta ömrün kaldığını öğrensen kaçınılmaz olarak fıkıh, hilaf, usul, kelam ve benzeri ilimlerle meşgul olmazsın. Zira bunların sana bir fayda sağlamayacağını, bilakis kalbini murakabeden, nefsin niteliklerine ilişkin bilgiye ulaşmaktan, dünya ile ilgili bağları koparıp atmaktan alıkoyacağını bilirsin. Bu kadar az bir zamanın kalmışken söz konusu ilimlere yönelmenin, nefisini kötü huylardan arındırmana mani olacağını, manevi hallerden, ilahî tecellileri temaşaya dalmaktan, Allah'a ibadete yönelmekten ve güzel niteliklerle donanmaktan seni yoksun bırakacağını pekâlâ bilirsin.
760 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.