Anladığım kadarıyla, 'Benim Dinim' adlı kitabında Tolstoy şöyle bir şey ima ediyormuş:
“Toplumsal devrim olarak ne gerçekleşirse gerçekleşsin, insanların içinde kendilerine özel ve gizli bir başka devrim gerçekleşecek ve bundan yeni bir din doğacak; daha doğrusu, adı henüz konulmamış yepyeni bir şey doğacak ve bu şey, eskiden Hıristiyan dininin sahip olduğu yatıştırma, avutma, yaşamı olası kılma etkilerini taşıyacak.”
Çok ilginç bir kitap olsa gerek Tolstoy’unki. Sonunda sinizmden, şüphecilikten, yalan dolandan bıkıp daha müzikli bir yaşam sürdürmek isteyeceğiz. Peki, nasıl gerçekleşecek bu ve ne bulacağız gerçekten? Önceden tahmin edebilmek ilginç olurdu, ama daha da iyisi, gelecekte yalnızca felâketler görmektense bu tür bir kehanet yapabilmek...
Yoksa, devrimler ya da savaşlar yoluyla olsun, çürümüş devletlerin iflası yoluyla olsun, elbette bir sürü felâket, şimşekler gibi düşecek modern dünyanın ve uygarlığın üstüne.
...
Biraz uzun ama lütfen sonuna kadar okuyun, haksız sayılmaz
Uygarlık bugün her ne kadar kadının bilinçlenmesine yardımcı oluyorsa da, buna karşılık, erkeğin açgözlülüğü yüzünden, acılarını da çoğaltmaktadır. Dün kadın mutlu bir hizmetçiyken, bugün mutsuz bir metrestir! Dün gün ışığında kör gibi yürüyordu, şimdi duru görüşüyle, koyu karanlıkta yürüyor! Bilgisizliği içinde güzel, sadeliği içinde erdemli ve zayıflığı içinde güçlüydü. Şimdi oyunlarıyla çirkin, zekâsıyla yüzeysel, bilgisiyle de kalpsiz bir hale geldi. Güzellikle bilgin, incelikle erdemin, beden zayıflığı ile ruh gücünün tek bir kadında birleşeceği bir gün gelecek mi? Ben manevi gelişimin insani bir yasa olduğuna ve yetkinliğe yaklaşmanın ağır işleyen bir süreç olmasına karşın sonunda hedefe ulaşacağına inananlardanım. Kadın bir yönde ilerliyor başka yönde geriliyorsa, bunun sebebi dağların doruğuna varan zorlu yolun hırsızların tuzaklarıyla bir kurt inleriyle dolu olmasıdır!
İyi bir lafım var, Hasan’a söyleyeceğim, içimde tutuyorum. Hasan benim arkadaşım. Laf Çok iyi, internette İngilizce internet sitesinden okudum, kimseler bilmiyor benim okuduğum İngilizceyi,internet sayfalarını. İngilizceyi kapalı kapılar ardında, insanlardan gizli yaşıyorum. Akusatif, nominatif, bunlara takılmadan deliler gibi sevişiyoruz. Sabahları yanaklarımdan öperek uyandırıyor beni, "gud mornig" diyorum, ne sabahı akşam oldu şapşal şey diyor. İngilizce Fethiye'ye ailesiyle tatile gelmiş, ben ise sezonluk işçi olarak orada çalışırken birbirimize rastlamışız ve ailelerin rızası olmamasına rağmen evlenmişiz gibi. Türk kahvesi bile yapıyor, üzerinde bir parmak köpük, inanmazsın. Evimde geçirdiği süre boyunca adeta bizden biri oldu. Zaten Müslüman olmayı istediğini söyledi. Arada bir soruyorum "Memleketini, aileni özlüyor musun?" diye "Hayır siz Türkler çok güçlü ve yiğit insanlarsınız,tarhana çorbası da çok güzel bir yemek." diyor. Haksız sayılmaz.
~
❝
Ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım: Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. Doğru dürüst hissetmeyi bile beceremiyorlardı. Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu.
❞
~
Düşünceler baskı altına alınarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. Düşünmeyi reddederek – değişmeyi reddederek. İşte bizim toplumuzun da yaptığı bu.
“Bir şeyi saklamanın en iyi yolu, onu herkesin görebileceği bir yere koymaktır.”
“İp çok ama ben uçlarını bulamadım.”
“Bir kadının sezgileri, bazen en mantıklı çıkarımlardan bile daha değerli olabilir. Karmaşık beyinleriyle ard arda sıraladıkları senaryoları mutlaka dikkate alın. Bunlar sizi hiç tahmin etmediğiniz sonuçlara
Freud bir keresinde "Leonardo da Vinci karanlığın içinde çok erken uyanan bir adam gibiydi, diğerleri hâlâ uyuyordu" demiş, haksız sayılmaz öyle değil mi?
“İyi bir filmin kusurları olması gerekir. Hayat gibi, insanlar gibi” der F. Fellini. Haksız da sayılmaz ama kusur koleksiyonu yaparcasına sürekli yanlış kararlardan kurulu bir hayat da yaşatmamalı insan kendisine. Çünkü insan, sıklıkla yanlışlar yaparak dikkatsizce sigarasından düşen ateşin defalarca farklı yerinden yanışına sebep olduğu bir masa örtüsü misali, ömrünün üzerine düşürdüğü yanlışlardan yakılmış ateşlerle yaşamını delik deşik ettiğini gördükçe üzülür ve yarınlarda yaşayacaklarının dünlerden de kötü olacağını hissetmeye başlayabilir. İşte tam da bu yüzden, bir şeylere başlarken taşıdığımız heyecanları, gerektiği takdirde bir şeylerden vazgeçerken de hissetmeliyiz. Çünkü bazen vazgeçmesini bilmek, hepten tüketerek yok etmek ve bu tükenişin her geçen süre artan kötü etkisiyle tümden yok olmaktan çok daha makbul olabiliyor.