Dün önüme kısa bir video düştü. Kim olduğunu bilmediğim ama kisvesi ile hoca intibaı veren bir şahıs Vâkıa Sûresinin faziletinden söz ediyor ve kelimesi kelimesine şöyle diyordu:
“Vâkıa Sûresini her gün okuyacaksın, para seni bulacak. Senin çalışmana da gerek yok. Şimdi bunu söylediğim için yazacaklar. Evet Vâkıa Sûresini oku, çalışmana gerek
* Bir toplumda adalet duygusu incinir, iyi ve dürüstler iltifat görmez, kötü ve namussuzlar cezalandırılmaz ise, toplumsal bir depresyon sökün eder.
*Yırtıcılğın, hodbinliğin, bencilliğin öne çıktığı ve bildik erdemlerin değer kaybına uğradığı bir gösteri çağında yaşıyoruz. Zamanımızın gözetim toplumu, seyretmeye ve seyredilmeye her şeyden daha
Hiçbir şey tasarladığı gibi olmamıştı; hayat üzerine düşündü, beklediğimiz şeyleri bize ne kadar nadiren verdiğini. Genç insanlar çıkıp geliyor ve kendi paylarını bağıra çağıra talep ediyorlar ve de onları bekleyen ıstırabın o kadar az farkında oluyorlar ki. Bunu bilmek insanın kalbini acıtıyor, fakat bunu onlara anlatamaz insan; kendi yollarını yürümek ve kendi cezalarını ödemek zorundalar
Kimsenin hayatı üzerine bir hayat kurulamıyor. Kimsenin seçimi sabit değil. Sizin gibi hissedenlerin yazdıklarını, çizdiklerini, çektiklerini, sahnelediklerini izlerken, 'yaralı kaç kişiyiz, kaçımız sağ kalabilecek' diye düşünüyorsunuz.
Bir kahve, çay eşliğinde konuşulupta çözülemeyecek, o küçük sohbetin ruhumuza iyi gelmeyecek bir yanının olmayacağını düşünmüyorum.
Bu kitabı okurken, Kosei-San ile birlikte karşılıklı oturup bir bardak çay içmeyi onun o insanın içine işleyen ruha iyi gelen o sohbetini o sıcacık hikayelerini dinlemeyi çok isterdim. Her bir sayfasında altını
Bismillah, Sözcü' deki ilk yazımda "alavere dalavere Türk Memet nöbete"yi yazdım... Suriye topraklarını savunmak için Suriyelilerin gitmesi gerektiğini, askerlik çağındak i 500 bin Suriyeli erkek Türkiye' de gezerken, Mehmetçik'in Suriye'ye gitmesinin saçmalık olduğunu, illa gönderilecekse Bilal' in gönderilmesi
Ama vahşi hayat, vahşi hayattı. Annelik ister vahşi hayatta olsun, ister olmasın annelikti, yırtıcı bir korumacılıktı ve dişi kurdun boz enik için sol kola sapıp kayalıklarda ki yuvaya giderek vaşağın gazabını üzerine çekeceği zaman da gelecekti.
Yaratılışının, fıtratındaki özelliklerin tabii neticesi olarak insanın acziyetini, onun işlerini idare edecek bir yaratıcının şahitliğine duyduğu ihtiyacı ifade etmektedir.İşte insanın, cevherî yönünün göz ardı edilip, yaratıcısı Allah Azze ve Celle ile bu bağlamda alâkasının kurulmasından ziyade bu ihtiyacının maddi, Allah Azze ve Celle'nin indirdiği nizamdan uzak bir yaklaşımla sağlanma yönüne gidilmesi netice olarak insanın bunalıma girmesi, kuruntulu, sorunlu bir hayat sürdürmesini doğuracaktır. Her ne kadar saadet arayışında olsa bile ona hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Tıpkı serap peşinde koşan ama her defasında eli boş dönenin vaziyeti gibi.
Şimdi yüce Rabbimiz Subhanehû ve Teâlâ'nın ayeti üzerine bir düşünelim.
"Kufredenlere gelince onların amelleri engin bir çöldeki serap gibidir. Susayan, onu su zanneder. Nihayet ona vardığı bir vakit, bir şey bulmaz da yanında Allah'ı bulur. O da onun tamamıyla hesabını görüverir. Allah çok çabuk hesap görendir. Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir: O denizi bir dalga bürür, üstünden bir dalga daha, üstünden bir bulut. Bunlar birbiri üstüne öyle yığılmış karanlıklardır ki kendi elini çıkarsa hemen hemen onu dahi göremez! Her kime de Allah nur vermemişse artık onun için nur yoktur."
(Nur 39-40)