_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
Teoman - Anlıyorsun Değil mi?
youtube.com/watch?v=sz35k6h...
Şarkılarda sona geldik ve buralar hep Teoman kaynıyor. Sen gitme buralar gitsin, evet bu Teoman değil FD’nin şarkısı, kendime söylüyorum ayrıca, FD’yi de severim, buralar hep ızdırap diyor Gaye Su Akyol, onu da seviyorum şarkıyı da buralara bir yerlere yerleştirdim. Fakat
_Empedokles_
_Nasıl ki ressamlar çeşitli boyaları uygun oranlarda karıştırıp sayısız şeylerin, örneğin ağaçların, kuşların hatta tanrıların resimlerini yaparlarsa, aynı şekilde doğa da dört öğeyi farklı miktarları karıştırıp varlıkları meydana getirir.
_Her şeyin kaynağı 4 element. Parlayan Ateş(Zeus), Hayat veren Hava(Hera), Toprak(Hades),
Oruç Aruoba’nın “Hani” kitabının yeri bende oldukça farklı oldu, elime alıp okuduğum hayat zamanımdan mı yoksa yaşamımla harmanlanınca benim için ifade ettiği anlamlardan mı kaynaklı bilmiyorum ama bana kalırsa okuma listelerinin en başlarında gelmesi gereken kitaplardan biri. Okurken çok sayıda yerin altını çizdim, bazen notlar aldım, kendimce
Seride, en sevdiğim film hep Ateş Kadehi olmuştur.
Filmleri defalarca izlemişimdir ama birçok kişi tarafından filmlerin kitabı çok iyi yansıttığı söylendiği için kitabın bu kadar farklı olacağını düşünmezdim. Filmleri izlerken hiç sormadığım soruları kitapta sormaya başladım ve sonunun gelmesini heyecanla beklerken bir yandan da bitmemesi için
Türk Edebiyatının Gamlı, Lirik ve Nostaljik Prensesi:
Tezer Özlü
(10 Eylül 1942 – 18 Şubat 1986, Yaş: 43)
Tezer Özlü’nün aile hayatını, çocukluğunu, yaptığı üç evliliği, intihara olan eğilimini, manik-depresif tanısı ve hangi yabancı yazarlardan ilham aldığını, neden sürekli intihara öykündüğü bilinmeden yapılan bir ‘’Tezer Özlü Okuması’’, tam olarak
200. gün... Hayatımın en kötü 200 günü. Bunun böyle olması çok olağan dışı bir şey değil. Bana eğer bu ayrılıktan önce "ayrılık olursa nasıl olur" diye sorsaydılar, hemen hemen şu anki gibi bir durumu tarif ederdim. Yani beklenti dışı bir şey yok. Bu süreç ne kadar sürerse, bu günler de 201, 202... diye devam eder. Tabii ki de umut
Lev Tolstoy
Henri Troyat, dünyada biyografi yazarlarının büyük ustası. Lev Tolstoy ile ilgili biyografisi. 2010’da ilk baskısı yapılan kitabı, İletişim yayınları yayımladı. Eser Fransız kültür Bakanlığı’nın katkıları ile yayımlanmıştır. Bin sahifelik bu azametli büyük
İnsan,ölümü görüp hissettiğinde tövbe eder secdeye
kapanarak.
İnsan,ölümünü gördüğü yerdelerde,kaçar her şeyi
geride bırakarak.
(sen benim ölümümdün)
Gözlerin cennet bahçeleri gibiydi, ölümsüzlüğün
şehriydi.
Gözlerinde yaşam vardı senin, ben yaşamak istemiştim.
Tüm gidişlerine rağmen ben hep geldim.
Gitme derlerdi bana "bir insan
Sanat'ın 7 Rengi 2 kitabını da diğer kitap gibi çok sevdim.Yazılan yazı ve şiirlerin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Geçen incelememde yapmamıştım ama bu incelememde tüm yazarlara teşekkür etmek istiyorum:
Hep bir yerlere gitme isteği sarıyor ruhlarımızı .Çünkü dünyadaki hiçbir yere ait değiliz . İster uçsuz bucaksız ummanlara ,denizlere,dağlara ,bayırlara ,
Ormanlara gidelim ... İçimizde olan sonsuzluğa özlem, sonu olan her şeyden sıkılıyor . Bir limana demir atamıyoruz ,bir yerde sabit kalamıyoruz . Olduğumuz yer -dünya- sıkıyor bizleri ... Biliyoruz ki her şey bitecek bir gün teker teker hayatlarımız ,nefeslerimiz,bizler ... Şu kısacık hayatlarımıza neler neler sığdırıyoruz ... Koskoca hayallerimizi, sevdiklerimizi,sevmediklerimizi, hatıralarımızı , yaşadığımız her an'ı ve her nefesi ... Kavuşmayı bekliyoruz bir yerlere ,birilerine , belkide kendimize ...
Hep bekliyor ,özlüyor ve gidiyoruz ...
Zamanda bazen bizimle bekliyor bazen bizimle özlüyor ve hep bizimle geliyor ...
Hangi tür ile başlayan sorulardan nefret ediyorum!
Kitap, film, müzik hiç önemli değil!
İnsan sevdiği şeyin neden yalnızca bir türüne bağlı kalır ki?
Neden polisiye ile sınırlı kalsın okuma yolculuğum?
Ya da neden Klasikleri okurken güncel yazarları okuyamayayım?
Neden amacım yalnızca edebi lezzet ya da felsefe, psikoloji bilgisi olsun?
Erich
Öykü kitapları hayranı biri olarak beni mest eden kısacık bir kitap.
Özellikle ilk hikaye olan 'Kalanlar' kendimi çok bulduğum bir hikaye oldu. Bu yaşıma kadar toplam yirminin üstünde ev değiştirdim. Çocukluk ve ergenlik yıllarımda bir evde iki yıldan uzun oturmamaya o kadar alışmışım ki yetişkin olduğumda kendimin de bir evde uzun süre oturmadığımı, sıkıldığımı ve bir an önce eşyaları kolileyip başka bir yere gitme isteği içinde olduğumu fark ettim. Ondandır ki Kalanlar hikayesinin bize hissettirdiği bir beton yığınını nasıl yuva gibi hissedersin temasını çok sevdim ve yansımalar buldum hayatımdan hep.
Hikayelerin geneli de aslında yuvan, yuvanı yuva yapan eşyalar, insanlar, kendini dünyada bir yerlere sığdırabilmek üzere.
Her hikayeyi sevdim. Kısacık hikayeler ile çok güzel duygular yakalamış. Bu kitapta beraber çıkmış bütün kitaplarını bitirmiş oldum. Yeni kitaplarını dört gözle bekleyeceğim.
Elbette öykü sever herkese tavsiye ederim.