Serildi mi önüme dümdüz bir ova! Git git bitmiyor. Ha vardım, ha varacağım, diyorum; bir de bakıyorum, deniz hep o uzaklıkta. Etrafta ne insan, ne de cin; koskoca ovada bir başımayım. Bir aralık, sağımda solumda, acayip otlar, sazlar, kamışlar belirmeye başladı. Bitki denilen şeyin hiç de böylesini görmemişim o güne kadar; içime bir korku düştü. Önüme bakıyorum, kimse yok; ardıma bakıyorum, kimse yok. Ne bomboş bir dünya;
Galata Kulesi’ne kıvrılan merdivenli dar sokaklar ıssız, evlerin, odaların duvarları karanlıktı. Zincirli demir kapının önünde bekledim bir süre. Sonra Yüksekkaldırımdan aşağıya, Karaköy’e indim. Alana varır varmaz patladı kentin gürültüsü. Banco di Roma’nın önünden geçerek balık pazarının dibine iliştirilmiş birkaç tahta masadan ibaret bu kahveye
--Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkçı uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi, duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastahanenin sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerim, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları halde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarının icrasını tehir ediyormuş gibi duruyorlar, Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.
Bitiriyorum burada
Bütün silahlarımı içime akıtarak
Beni bu hayata bağlayan halat, gitgide inceldi
Ve gitgide soldu yüzüm
Aramam gereken dostlarımın adreslerini unuttum.
Ayışığı alnıma vurmuyor geceleri
Yıldızlara artık bakamıyorum.
Bitiriyorum burada
Bütün işlerimi görmüş gibiyim
Yazmış gibiyim bütün şiirlerimi
Bakıyorum tamamlanmış bir
İnsanlar hep başkasına bakıyorlar, ben kendi içime bakıyorum. Benim işim kendimle... Kendimi inceliyorum, kendimi denetliyorum. Onlar hep başka yere gidiyorlar... Kuşkudan kurtulmanın yolu, kendini ve başkalarını sevmeden geçer.
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum
"İşte böyle, herkes neyse ben de o. Yaz akşamları balkonda öbür evlerin ışıklarının bir bir yansımasına bakıyorum. Ben balkonun ışığını açmıyorum. Derin, gerçekten derin nefesler almaya çalışarak herkesten biri olduğumu içime çekmeye, bunu anlamaya çalışıyorum...Sokaktan gelen sesler, artan eksilen ışıklar, karanlık nadiren yıldızlı gökyüzü hep, her gece benimle. Ben şu balkonda, herkes ne ise o olarak akşam sekiz buçuktan on ikiye, bire kadar duruyorum. Sonra sağa sola çarpmamaya dikkat ederek azalan hiddetimin yerini almış, içime yerleşmiş boşluk duygusu ile boşluk mu ağır, taş mı bilemeyerek, artık bilemeyerek gidip herkes gibi yatıyorum. Dışarıdan tek tük sesler gelmeye devam ediyor ve bu bana nedense, nedense dokunuyor."
İnsanlar hep başkalarına bakıyorlar, ben kendi içime bakıyorum. Benim işim kendimle…Kendimi inceliyorum, kendimi denetliyorum. Onlar hep başka yere gidiyorlar…Kuşkudan kurtulmanın yolu, kendini ve başkalarını sevmeden geçer.