Serildi mi önüme dümdüz bir ova! Git git bitmiyor. Ha vardım, ha varacağım, diyorum; bir de bakıyorum, deniz hep o uzaklıkta. Etrafta ne insan, ne de cin; koskoca ovada bir başımayım. Bir aralık, sağımda solumda, acayip otlar, sazlar, kamışlar belirmeye başladı. Bitki denilen şeyin hiç de böylesini görmemişim o güne kadar; içime bir korku düştü. Önüme bakıyorum, kimse yok; ardıma bakıyorum, kimse yok. Ne bomboş bir dünya;
Kitabı az önce bitirmenin verdiği büyük şok ve bu psikopatlardan kurtulmanın verdiği rahatlık ile ellerim kafamda 'O neydi öyle?' diyerek kitaba bakıyorum. Yani vay be! Vallahi evlerden ırak.. Kitaba büyük bir heyecanla başladım ve bu heyecan bir an bile sönmedi. Öncelikle o kadaaar akıcıydı kii. İlk başta (hatta sayfasını bile
Galata Kulesi’ne kıvrılan merdivenli dar sokaklar ıssız, evlerin, odaların duvarları karanlıktı. Zincirli demir kapının önünde bekledim bir süre. Sonra Yüksekkaldırımdan aşağıya, Karaköy’e indim. Alana varır varmaz patladı kentin gürültüsü. Banco di Roma’nın önünden geçerek balık pazarının dibine iliştirilmiş birkaç tahta masadan ibaret bu kahveye
18 Eylül 2019 Çarşamba, 23:01
çayında değilim ben arkadaş
gelmeyeceksen yine gelme
maksat çorba kaynasın.
dost düşman belli olsun.
dünya yuvarlak.
bakışlarımız düz
--Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkçı uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi, duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastahanenin sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerim, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları halde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarının icrasını tehir ediyormuş gibi duruyorlar, Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.
Bitiriyorum burada
Bütün silahlarımı içime akıtarak
Beni bu hayata bağlayan halat, gitgide inceldi
Ve gitgide soldu yüzüm
Aramam gereken dostlarımın adreslerini unuttum.
Ayışığı alnıma vurmuyor geceleri
Yıldızlara artık bakamıyorum.
Bitiriyorum burada
Bütün işlerimi görmüş gibiyim
Yazmış gibiyim bütün şiirlerimi
Bakıyorum tamamlanmış bir
İnsanlar hep başkasına bakıyorlar, ben kendi içime bakıyorum. Benim işim kendimle... Kendimi inceliyorum, kendimi denetliyorum. Onlar hep başka yere gidiyorlar... Kuşkudan kurtulmanın yolu, kendini ve başkalarını sevmeden geçer.
Bir eylül kokusu çalıyor kapıyı. Elime bakıyorum haziran, içime bakıyorum; tavana yansıyan alev görüntüsü, güğüm hışırtısı, soğuk havanın ağızdan çıkarttığı buharın seyrinin sıcaklığı... Elektrik kesintisinin içimde ortaya çıkardığı aydınlıkla soba çıtırtısı başında uyuklarken duyduğum sesler... İçim hep geçmişin masumiyeti...Toprak kokusunun kapı aralığından içeriye dolan serinlikle dansı... Sırtımı verdiğim sobanın bedenimdeki hissi ile tekrar çareyi onda bulup yine yine ona sarılışım... Ve bir ah çekişim, hasretle... Dışarıda yağmur, elimde çilek; dışarıda eylül, elimde yaz; dışarıdaki soğukluğun içimi ısıtışı ve dışarıda zaman içimde ben.
🍂gonca..
13.6.20/Kalehisar
Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdik duvarlar.
Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onları görüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarla karşılaşıyor.
Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar; sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarıma kaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başım döndü.
Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar. Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplak vücudumu saran dalgaların birdenbire taş kesilmeleri gibi duvarları giyiyorum.
Hiç kımıldamıyorlar.
Bütün bu hastanenin, sessiz, hareketsiz, soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.
Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığa da kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını, üstüme abanacaklarını sanıyorum.
Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyen korkunç ve tehditkar mahluklar. Şuurları varmış gibi duruyorlar ve her an büyük bir felaket yapmaya hazırlandıkları yerde, avlarının korkusuyla eğlenmek için maksatlarına ulaşmayı tehdit ediyormuş gibi duruyorlar. Allah gibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.
Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum, fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı da yakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımın serbest akışına mani oluyorlar.
Kanım soğuyor. Kireçleniyorum