Eser güzel, hakkını yiyemem lâkin ahlaki bir kaç sorunu var: Biz insanlar ahlakımızla varız ve ahlakımız kadar insanız. İşte bu cihetten bir eser kaleme alınacaksa eğer muharririn en ufak bir ahlâk açığı vermemesi gerektiğini nazarımda elzem addederim. Çünkü biz okuyucular okuduklarımızdan etkileniyor ve kalbimize alıyoruz. Ve belki de en kötüsü
zaman bir yılı daha süpürdü
baktın mı
geçmişin temiz mi
temiz mi yürünen sokaklar .
kimsenin gördüğünde mutlu olduğu biri olmasan
dert etme , kendi gördüklerin ile mutlu ol
bakarsın gelecek yıl daha az üzülürsün
ama bu yıl ki acını yine de unutma olur mu
attığın adımların
seni göğe çıkarmaz ama uçurumdan atabilir
kahve içeceğin insanları da
Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli'nin son romanı olarak birkaç ay önce piyasaya çıktı. Yayınevini değiştiren Zülfü Livaneli'nin yeni yayınevindeki ilk eseri idi.
Balıkçı ve Oğlu her ne kadar roman olarak adlandırılsa da bir uzun hikaye gibi değerlendirilmeli. İsmi ile çağrışım yaptığı Ernest Hemingway tarafından kaleme alınan İhtiyar Balıkçı ve
Aşk ve ihanet...Bu ikili yan yana gelmemeli değil mi? Aşkta sadakat olmazsa olmazlardandır. Ve aldatmak kadar yıkıcı bir davranış daha yoktur yeryüzünde. EFLA, bir erkeğin tüm aldatılmışlığına rağmen aşkı için direnmesini ve aşka adanmışlığını anlatıyor.
EF ve EFLA' nın aşkı kasım ayında başlıyor. Kitabın bir yerinde roman
Bağımsızlığımızın Timsali olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!
* * *
“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.” 1923, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
(SPOİLER İÇEREBİLİR)
Bak ben sana söyliyiverem. Kitap ucuz, öyle 60-70 lira diil. 6-7 Liraya alıverirsin. Ben de ucuz diye aldım zaten, yoksa Stefanımış, Zwaygımış ben anlamam. Aldım ben de elimde taşıyon öyle afillli görünüyo falan neyse canım sıkıldı, açıp okuyuverem dedim. Kısa çünkü ondan 60-70 sayfa bi şey. Anlatıverem: Baron diye bi adam
Ahh Gülendam, ne güzel hayallerin vardı gelecekle ilgili. Haydar'la bir yuva düşlemiştin. Her ne kadar Haydar, "Ben devrimci oldum" dese de sen hayallerinden vazgeçmedin. Haydar da hayallerinden vazgeçmedi, her ne kadar abisi "Lan oğlum biz çalgıcıyız, çalgıcıdan komünist olur mu, devrimci olur mu?" dese bile. Ama hayat
Neden aklımız başımıza hep sonradan gelir? Neden hep yanlış olana sıkıca sarılışımız? Doğru olanı görmemek için direniriz, gözümüz kör kulağımız sağır. Sonra.. Ahh! deriz aman Tanrım ben ne yaptım? Gerçeği anlarız; özürler dileriz, konuşmak en güzel cümleleri kurmak isteriz ama iş işten geçtikten sonra ne anlamı var ?
İçinde her şeylerin
Başlamadan bir iki soru sormak istiyorum. Mustafa İnan’ın öldükten 4 yıl sonra hizmet ödülü almasıyla, Oğuz Atay’ın değerinin öldükten sonra anlaşılmasının ironik tesadüfiliği hakkında neler düşünüyorsunuz? Sayfa 14’te(İletişim, 52.baskı) ödül mevzusunu öğrenince aklıma direk bu soru takıldı. İnsan neden ölünce değerlenir? Sonra syf 251’de: “Demek
Hakan Günday romanlarından herhangi bir karakter, intihar etmeden önce bir mektup bırakmış olsa, bu mektup nasıl olurdu?
Kitaplardan cümleleri deyim yerindeyse, cımbızla aldığımda ortaya şöyle bir mektup çıktı; Biliyor musun, bir gün, bir dostum bana: 'Bir ölüye göre fazla nefes alıyorsun.' demişti. Başta yadırgamış, ama sonradan ona
Güneş bugün de doğmadı. Koyu karanlık bir yalnızlıkla başbaşayım. Kimbilir ne zamandır burdayım...
Peki burası neresi? Hiçbir fikrim yok. Tenimde hafif bir ıslaklık hissediyorum; yağmur çiseler de nemlenir ya elin, yüzün... Ama ıslandım da diyemezsin. Karanlık neyse de şu halatımsı şey beni çok ürkütüyor. O şeyle beni bir yere bağlamış