Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sen, sen olarak yok olmak zorundasın, o zaman gerçek ortaya çıkar. Gerçeğin ne olduğuna dair hiçbir fikre sahip değilsin, rüyalarında bile. Sen gerçek dışısın ve gerçek dışılıkta yaşıyorsun. Rüyalarda yaşıyorsun, uykuya dalmış vaziyettesin. Uyanışın nasıl bir şey olacağını kavrayamazsın. Yalnızca bir tek şey söylenebilir: Bildiğin hiçbir şeyi
Osmanlılar ve Hristiyanlar arasında daha önce hiç görülmemiş şiddette bir mücadele başladı. Osmanlılar, kırk sancakla İspanyolların burcunu tam işgal etmişlerdi ki, Rodoslu askerler ellerinde hançerlerle saldırdılar. Nitekim Sultan Süleyman, en son güçlerine kadar savaşan birliklerini geri çağırmak zorunda kaldı; 12 sancakbeyi hayatını kaybetmişti
Reklam
Elinde açılmış bir mektupla, soluk soluğa girer.) İnanılmaz bir şey baylar! Müfettiş sandığımız adam müfettiş falan değilmiş. HEPSİ BİRDEN Nasıl müfettiş değilmiş? POSTANE MÜDÜRÜ Hem de hiç değilmiş; işte mektupta yazıyor... KAYMAKAM Ne diyorsunuz? Ne diyorsunuz? Hangi mektupta? POSTANE MÜDÜRÜ İşte kendi mektubunda. Postaneye bir mektup
Mustafa Kemal Lübnan ve Suriye'de
Beyrut limanında ilk kez Avrupa dışındaki bir toprağa ayak bastığı söylenebilir. Selânik’te, hatta İstanbul ve Manastır’da farklı halk grupları arasında bir tür Lingua Franca oluşturan Türkçe, Suriye’de geçerli bir dil değildi. Kuran-ı Kerim’e dayanan cüzî Arapça bilgisi, bırakalım yerel gazeteleri okumayı, kahvesinin yanına bir bardak su söylemeye bile yetmezdi. Yaklaşık 300.000 nüfuslu Şam neredeyse dört yüz yıldır Osmanlı idaresinde yaşamasına rağmen katıksız bir Arap şehri olarak kalmıştı. Selânik’te hemen hemen bütün dinî gruplar konuştukları dille de rahatça ayırt edilebilirken, burada Müslümanlar ve Hıristiyanlar tek ve aynı dili kullanıyordu. Yine de sivil veya dinî idarenin üst kademelerinde kariyer yapabilmek için belli bir Osmanlılaşma gerekiyordu; Hanefî mezhebine üyeliğin yanında Türkçe’nin sözlü ve yazılı olarak ustaca kullanılması Suriye için de geçerli şartlardandı.
Bugün yeryüzünde Zebur'a tâbi bir millet bulunmamakla beraber, gerek yahudiler, gerek hristiyanlar ibadet ve âyinlerinde dua niyetiyle Zebur'dan parçalar okumaktadırlar. Özellikle hristiyanların pazar âyinlerinde Mezmur'dan seçilmiş parçalar okumayı ihmal etmedikleri bilinen bir husustur.
Yüksek düzeyde uygarlaşmış Orta Çağ'ın Müslüman ve Hristiyan toplumları aynı önemli sorunla karşılaşmışlardı: Akılla din (iman) nasıl bağdaştırılacaktı? Daha açık ifade etmek gerekirse, iktidarın meşruluk temelini oluşturan dinle akıl nasıl uzlaştırılacaktı? Zira sadece günlük teknik yaşamın dayattığı sorunları çözmek için değil, yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için de yeni yasalara ve düzenlemelere ihtiyaç vardı. Müslümanlar, Hristiyanlar ve diaspora Yahudileri bu sorunu aynı yöntemlerle (Aristo skolastiği) aynı şekilde çözdüler ve parlak sonuçlara vardılar, ama bu ne Yahudi ne Müslüman ne de Hristiyandı, fakat Grek'ti. Öncüler, Müslümanlarda İbn-i Rüşd, Hristiyanlarda Saint Thomas Aquinas, Müslüman dünyasında yaşayan Yahudiler için Maimonideler daha da ileri gideceklerdi. Dogmaları görecelileştirdiler, gerektiğinde kutsal metinleri yeniden yorumladılar. Eksikliklerini giderdiler, metne bağlı okumayı terk edip onun yerine daha geniş yorumları koydular ve eğitici bir örnek oluşturdular. En cesurları (İbn-i Rüşd gibi) sapkın sayılıp iktidarın adamları, muhafazakar yorumcular tarafından mahkum edildi. Fakat artık bunların bir önemi yoktu. Hareket halindeki Avrupa toplumları bu öncülerin açtığı yolda ilerlerken, aynı şeyi yapmayı reddeden Müslüman dünyası bugün dahi içinden çıkamadığı bir gerileme dönemine girdi.
Reklam
"Hıristiyanlar, Arapların şiirlerini ve hikayelerini okumayı sever; Arap teologları ve felsefecileri inceler, Arapça dili konusundaki bilgilerini geliştirmeye çalışırlar..."
Sayfa 20
Hıristiyanlar, Arapların şiirlerini ve hikayelerini okumayı sever; Arap teologları ve felsefecileri inceler, Arapça dili konusundaki bilgilerini geliştirmeye çalışırlar. Kutsal Metin hakkında Latince yorumlar okuyan veya Müjdeler'i, peygamberleri veya havarileri inceleyen rahipler şimdi nerede? Heyhat! Bütün yetenekli genç Hıristiyanlar, Arap kitaplarını büyük bir hevesle okuyup inceliyorlar.
Paul Alvaro, lndiculus Luminosus, quoted in R.W. Southern, Western Views of Is lam in the Middle Ages (London, 1 962), p. 2 1 .Kitabı okuyor
" Bu dönemde (İkinci Abdurrahman dönemi) İslam medeniyeti ve Arapça kültürü öyle bir seviyeye geldi ki, Hristiyanlar İncili ancak Arapçaya yapılan tercümelerden öğrenebiliyor; Hatta arapçanın bu ilmi üstünlüğünden dolayı bu Hristiyanlar, Müslüman eserlerini okumayı Hristiyan yazarların yazdıklarına tercih ediyorlardı. Bu duruma üzülen Hristiyan papazları Gerçeği Görmek için araştırma zahmetine girmek yerine sadece İslam ve Hz Muhammed aleyhinde konuşmayi yeğliyorlardı."
Kur'ân'a koydugu ayetlerden biri söyle: "Yanlarindaki Tevrat ve Incil'de yazili bulduklari o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), iste o Peygamber onlara iyiligi emreder..." (Bakara sûresi, âyet 157). Buradaki "ümmî peygamber" deyimiyle, kendisinin Tanri tarafindan, güyâ "okumasi-yazmasi olmayan" bir "peygamber" olarak tanimlandigini anlatmak istemistir.Yine güyâ Tanri, Tevrat'in birinci satirinda Muhammed'in niteliklerini belirtmis ve: "Muhammed (benim) Resûlüm ve tercih ettigim kulumdur" demistir. Ya da Incil'de onun "Ahmed" adiyle çagirilacagini haber vermistir. Oysa ne Tevrat'da, ve ne de Incil'de Muhammed'ten söz edilmemistir. Fakat Muhammed, Yahudilerin Tevrat ya da Zebur ve Talmud gibi kitaplarini ve Hristiyanlarin Incil'ini bilenlerden ögrendiklerini kendi isine gelir sekilde degistirerek, kendisinin Peygamber olarak gönderileceginin Tanri tarafindan önceden bu kitaplarla haber verildigi kanisini yerlestirmek istemistir. Bunu yapmakla kendisini, hem bir yandan Yahudilere ve Hiristiyanlara ve hem de diger yandan Araplara peygamber olarak kabul ettirmekte kolaylik sglayacagini düsünmüstür. Kur'ân'a koydugu ayetler bu taktikten dogmustur.
Reklam
Gazali'yi Bu Şekilde Elestiriler Haklı Fakat Bazıları
Müslümanlar, Hıristiyanlar ve diaspora Yahudileri bu sorunu aynı yöntemlerle [ Aristo Skolastiği] aynı şekilde çözdüler ve parlak sonuçlara vardılar, ama bu ne Yahudi, ne Müslüman ne de Hıristiyan'dı, fakat Grek'ti. Öncüler, Müslümanlarda İbn-i Rüşt, Hıristiyanlarda Saint Thomas d' Aquinas, Müslüman dünyasında yaşayan Yahudiler için Maimonidler daha da ileri gideceklerdi. Dogmaları göre­celileştirdiler, gerektiğinde kutsal metinleri yeniden yo­rumladılar. Eksikliklerini giderdiler, metne bağlı okumayı terk edip onun yerine daha geniş yorumlan koydular ve eğitici bir örnek oluşturdular. En cesurları (İbni Rüşt gibi] sapkın sayılıp iktidarın adamları, muhafazakar yorumcu­lar tarafindan mahkum edildi. Fakat artık bunların bir önemi yoktu. Hareket halindeki Avrupa toplumlari bu önerilerin açtığı yolda ilerlerken, aynı şeyi yapmayı red­deden Müslüman dünyası bugün dahi içinden çıkamadığı bir gerileme dönemine girdi. İbn'i Rüşt'ün hasmı, muha­fazakar İslam'ın sözcüsü Gazali, "devrimci" İran'ın Ayetullahlarının, El Ezher'in ve Suudilerin bugüne kadar her konudaki referansı olmaya devam etti. Hıristiyan Batı Avrupa Moderniteyle birlikte, özellikle de Aydınlanma Felsefesiyle, eski tartışmalardan çıkıp yeni­sine girdi.
Ortada ne özgürlük, ne de can güvenliği kalmıştı. Hapishaneleri Türklerle doldurmuş, Hıristiyanları toplu kıyıma uğratmıştı. Ülke ayaklanma ve devrim ruhuyla doluydu; özellikle de “fesat ateşinin” her zaman sıcaklığını koruduğu, tutuşmaya hazır olduğu Balkanlar’da ve Manastır’da. Yeni düşünceler burada ortalığa dökülmüştü. Mustafa Kemal
Bugün yeryüzünde Zebur'a tâbi bir millet bulunmamakla beraber, gerek yahudiler, gerek hristiyanlar ibadet ve âyinlerinde dua niyetiyle Zebur'dan parçalar okumaktadırlar. Özellikle hristiyanların pazar âyinlerinde Mezmur'dan seçilmiş parçalar okumayı ihmal etmedikleri bilinen bir husustur.
Manastır, yürüyen birliklerin tozları ve gürültüsü ile silahların gümbürtüsüyle sarsılıyordu. Yunanistan Girit’i ele geçirmişti. Türkiye savaş ilan etti ve askeri birlikler cepheye koştular. Gün, büyük zorlukların ve mücadelelerin yaşandığı, savaşlar ve savaş söylentilerinin her yana yayıldığı günlerdi. Osmanlı imparatorluğu son nefe­sini vermek
42 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.