Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
1960-1975 YILLARI ARASI 1960'ta ilk ihtilal. Türkçülerde yine ümit ve hareketlenme var. İhtilalin içinde yer alan Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının tasfiyesine rağmen ümitler kırılmamış. Türk milliyetçileri siyasete giriyor. Atsız ve Türkçüler, Türkeş'in arkasında. 1970'ler, soğuk savaşın en şiddetli rüzgârlarının estiği yıllar.
Kadının Sesi Meselesi Kur'an'da kadının sesinin haram olduğu ile ilgili herhangi bir hüküm yoktur. Aksine, kadının mahkemede bir olay hakkında şahitlikte bulunacağı hükme bağlanmıştır. Kadının hukuk davalarında hâkim önünde şahitlik yapabileceği aşağıdaki âyetlerden anlaşılmaktadır: "Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa bir erkek iki kadın şahitlik etsin."? 2/282
Reklam
Kavm-i Necib meselesi :)
Arap milliyetçiliği üzerine çalışan hemen bütün düşünürlerin üzerinde hemfikir olduğu konu Türklerin Kuran-ı Kerim'in dili olan Arapçaya gösterdikleri büyük saygıdır. İmparatorluğun yönetiminde kullanılan dil Türkçe iken, ilim, din ve hukuk alanlarında kullanılan dil Arapça olmuştur. Türkler Arapçaya ve Araplara değer verirken Araplar da doğal olarak kendilerini üstün ırk olarak görüyorlardı. Durum biraz daha karmaşıktı. Yönetilen Araplar efendileri olan Türkleri "aşağı ve sefil", kendilerini ise üstün ırk olarak tanımlıyorlardı. Bu bakış açısı Emevilerden beri İslamiyet'in içerisine kaynatılmış Arap ırkçılığının tezahürüydü. Nitekim Kral Abdullah'ın Arapların Araplara ve Türklere bakış açısını yansıtan şu cümlelerini bir kez daha hatırlamak gerekir: "Bizler üstün olduğumuz halde hakir görülürken, hakir görülmesi gerekenler tepemize çıkıyordu."
baba evi Kaç yaşında olursa olsun kız çocuklarına karşı özel bir şefkat duyarım. Bunun peygamber yolu olduğunu bilirim. Çocukluğumun anıları içinde koca evinde yediği dayaklardan ötürü baba evine sığınmak isteyen, orada da kabul görmeyince iki çocuğunu uyuttuktan sonra kendisi bir kutu ilaç içerek apart- manın bodrumuna inen ve her yerde
İslam hukukunun yani devletinin tekrar ihyasının kolaylığı da şurada yatmaktadır: İslam hukuku Müslüman halkların içinde çıkmıştır. İslam hukuku ulaşılması zor, ruhbani yargıçlar tarafından sorgulanması hatta ulaşılması ve okunması mümkün olmayan, kralların kılıç ile neşrettiği hukuklar gibi değildir. Müslümanlar doğar doğmaz idare olundukları hukuk ile muhatap olmaktadırlar. Aldıkları isim kulaklarına okunan ezan, kamet kadılar ve müftüler tarafından bir yargı meselesi olarak incelenmekte, 4 yaşındaki bir çocuk okumaya başladığı ilmihal hukuka giriş kitabı olarak Müslümanların önünde durmakta ve Müslümanlar hayatları boyunca karşılaştıkları her müşkülat helal ve haram dairesinde bir ömür sürdükleri için bu hukukun bizatihi parçası olmak durumundadırlar.
Şeriat Meselesi
Geleneksel hukuk normlarına dönme heveslerinin dünyada zaman zaman kabardığı bir gerçek. İlk bakışta bunun olumlu olduğu söylenebilir.Ama yanlıştır. Çünkü dönülmesi gereken geleneksel hukuk normlarını ortaya çıkaran dayanak, yani inançtır. Bu inançla birlikte yaşama biçiminin yeniden canlanması, hayat bulması gereklidir. İnsan ilişkilerinin, üretimin, tüketimin, felsefî yaklaşımın “modern” kaldığı ortamda, sun’i bir “geleneksel hukuk aşısı” uygulamak, zulümden başka bir sonuç doğurmaz.
Sayfa 297Kitabı okudu
Reklam
Toplumun tümünü anlama girişimleri olan ekonomi ve sosyolojinin tersine siyaset biliminin kökenieri hukuk ve devlet idaresinde yatmaktadır. Siyasal süreç­leri diğer toplumsal süreçlerle ilişkisi içerisinde araştırmak bir yana siyaset bilimi, bu gibi siyasal süreçlerin oluşturduğı sınırla­rın ötesine nadiren geçebilmiştir. Siyaset biliminde benimsenen amaçlar genellikle mevcut siyasal kurumların daha verimli hale getirilmesi meselesi etrafında şekillenmiştir. Ekonomi, sosyoloji ve tarihte, en azından bir dereceye kadar bulunabilecek olan ra­dikal bir geleneğe, bir grup önemli radikal düşünüre ya da tutarlı bir radikal düşünce gövdesine siyaset biliminde rastlamak müm­kün değildir.
Yordam Kitap / Çev. Cenk SaraçoğluKitabı okudu
...Atatürk daima ısrarla belirtmiştir ki, tam manasıyla bir Batılı millet olmak Türk milletinin benliğini kaybetmesi değil, o benliği bütün temel değerleriyle ortaya çıkarması ve sonsuz bir gelişme yoluna koyması demektir. Buna göre Batılı millet olmak, rasyonel düşünmek ve hareket etmek, ilim zihniyeti sayesinde sonsuz bir yaratma ve yenileşme
Orta Çağ diye bir dönemin tarih yazarlığı marifetiyle icadı, İslâm'ı ve Müslümanları tarih dışına itmiştir. Bu tasnif ile birlikte Batılılar İslâm'a ve Müslümanlara atıfta bulunmadan da geçmişten bahsetme imkânı elde etmişler ve bunu sonuna kadar da kullanmışlardır. Batılı Avrupalılar sadece tarih ve tarih yazarlığı alanında değil, neredeyse her alanda Müslümanlardan istifade etmişlerdir. Başta din olmak üzere hukuk ve devlet düzeni, teoloji ve felsefe, eğitim, ekonomik hayat, Coğrafya, Fizik, Kimya, Tıp, edebiyat ve sanat... (Bütün bunların teferruatını burada ele almak mümkün değildir.)
Sayfa 50 - Endülüs Yayınları, Tahsin GörgünKitabı okudu
Yeni Osmanlılar,bir bakıma Tanzimatçılların radikalleri idi;fakat bu radikallik bazen irticâi idealizm ile karışıyordu.Tanzîmatçılar,Yeni Osmanl8lar ile ara sıra çarpıştılar.İhtilafların ağırlık merkezi,hükûmet ve hükümdarın hukuk ve selahiyeti ile "millet"in hukuk ve hürriyetinin dengelenmeei meselesi idi.
Reklam
Anarşist önce tabiatta türlerin kanlı çatışmasını görüyor.İnsanlığın tarihinde de şahid olunan aynı kavga.Her zümre başkalarına söz geçirmek sevdasında,her zümrenin içinde de kişiler. İnsanlar toplum içinde yaşamanın mükellefiyetlerine boyun eğmekle bu temel bencilliği kamufle ediyorlar sadece.Toplumda daha az yetenekli,daha az kurnaz,daha az güçlü olan,kuvvetli tarafından ya mahvedilir, ya köleleştirilir.İlkel klanların barbar şiddeti yerine otorite geçmiştir.Otoritenin ayırıcı vasfı: geniş bir mülkiyettir.Ayakta durmak için bir hukuk icad etmiştir,icra vasıtası da devlettir.Sosyalistin “iktisadi yapı değiştirilirse, her şey düzelir” iddiası anarşisti güldürüyor.Çünkü anlamıştır ki insanın biricik meselesi insandır.İktisadi münasebetler ne kadar değişirse değişsin,insan hep aynı kalacaktır.
Sayfa 38
Belediyelerin hukukî olarak, yani kanunların onlara verdiği yetki itibariyle, öyle imkânları vardır ve onları öyle kullanırlar ki, kimse onların "yasal" olarak yanlış bir şey yaptığını iddia edemez; ama yapılanı insanların vicdanı, Müslümanların vicdanı kesinlikle kabul etmez. Bunun esasını hukuk ile ahlâkı birbirinden ayırmak teşkil eder. Bu ayrımın neticesinde öyle şeyler yaparsınız ki, ahlaken vicdanınız bunu onaylamaz. Vicdanen yapmamız gereken öyle şeyler vardır k, mevcut hukuk/kanunlar buna müsaade etmez. Eğer biz hukukla ahlâk arasında bir tür dilemma hâline gelmiş olan bu açığı, bu ihtilafı hem teorik hem de pratik olarak aşabilirsek, sadece kendimizin değil, bütün insanlığın esaslı bir meselesini halletmesinin yolunu da açmış olacağız. Daha başka bir ifade ile, eğer bir bunu başarabilirsek, ahlakla hukukun, estetikle etiğin ve bilimin yeniden birbiri ile irtibatlandığı, aralarında yeniden bir müzakerenin, bir konuşmanın mümkün olduğu, birbirini koruyup gözeterek bütün insanlığı, insan olarak muhafaza etmeyi gaye edinen çok daha farklı bir hayat düzeni, medeniyet kurma imkânını da açığa çıkartmış oluruz.
İslâm medeniyetinde hukuk, bir ilimdir. Devlet hukuk yapmaz. Hukuk alimlerin işidir. Devlet, âlimlerin yaptığı hukuka riayet eder. Hukuk bu kadar esaslıdır. Hukuk, siyasetten üstüdür. Modern dünyada adı çokça telaffuz edilen, hukukun üstünlüğü ideali, İslâm medeniyetinin mütemmim cüz'üdür; olmazsa olmazıdır.
Sayfa 95
Siyasetle, ahlâkı ve hukuku birbirinden ayırma konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Mesela günümüzde modernleştirilmiş bir toplum olarak Türkiye'de yaşadığımız en önemli sorun, ahlâk ile hukuk arasındaki ayrışmadır.
Sayfa 108 - Endülüs YayıneviKitabı okudu
231 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.