Ve insanoğlu, Kierkegaard'un "karşılaştırma huzursuzluğu" dediği şeyden muzdarip; hep olduğundan daha fazlasını istiyor, komşunun bahçesindeki çimen ona hep daha yeşil görünüyor.
"Biz elli yıldır beraber yaşadık ihtiyarla, mutluluğu aradıysak da bulamadık asla. Şimdi hiçbir şeyimizin olmamasından sadece iki yıl geçti. Birer işci gibi yaşasak da, gerçek mutluluğu bulduk biz. Başka da bir şeye ihtiyacımız yoktur."
YouTube kitap kanalımda İlyada'yı nasıl daha bilinçli okuyabileceğinizi anlattım: ytbe.one/djxOYqRqf8I
Oku 1000kitap, Aktürkoğlu Oğuz'un İlyada yorumunu oku.
Kitap üstüne kitabı hep burası getirdi ona.
Bazı kitaplar ikinci kez okunmak için yazılır derdi o,
İlyada'yı okuduktan sonra öğrenmişti,
Düzenli ve sistemli bir okur
Pavese bu kitabında İtalyan köylerinde geçen bir hikâyeyi anlatır ve karakterlerin sosyal, kültürel ve psikolojik sorunlarını ele alır. Özellikle İtalya'nın 1930'lar ve 1940'lar döneminde köylerdeki insanların hayatlarını inceler.
Kitabın ana karakteri Fabio, doğup büyüdüğü köy hayatının her yönünü iyi bilir ve hikâye boyunca köyünde geçen günlerini hatırlar ve köyün insanlarının hayatlarını anlatır. Ancak Fabio, köyünde kalanların yaşamlarının sıkıcı ve yalnız olduğunu ve kendisinin de burada kalmak istemeyeceğini fark eder.
Eserde köy hayatının sıkıcılığı, insanlarının yalnız ve sıkıcı yaşamları ve köyün dışına çıkmak isteyen gençlerin zorlukları ele alınır. Pavese, aynı zamanda gençlerin köy hayatından kaçmaya çalışırken karşılaştıkları zorlukların üstesinden nasıl gelebileceklerini ve kendilerini kim olduklarını aramaları gerektiğini anlatır.
Okurken bizim toplumuzla çok fazla karşılaştırma imkânı buldum ve çok da yabancı olmayan bu atmosfer karşısında şaşırdığımı söylemeliyim. Dil ve anlatım olarak da yine her zamanki gibi ağdasız, akıcı ve sürükleyici olduğunu söyleyebilirim. Köy hayatı hakkındaki kurgular sıkıcı gelmiyorsa okuma listenize ekleyebilirsiniz.
Senin KöylerinCesare Pavese · Can Yayınları · 2013373 okunma
Sözlerin ve olayların sadece dış anlam ve yorumlarına takılıp kalmamaya bakarım. İyi yanları seçip kabul ederim. Kayıtsız şartsız kabul veya kayıtsız şartsız kınamayı değil, inceleme, deneme, düşünme, karşılaştırma yolları ile değerlendirmeyi şiar bilirim.
Günümüzdeki enflasyon, hayat pahalılığı ve özellikle mont ve paltolardaki fahiş fiyat artışı; mont alabilmek için bankaların kredi vermesi vs. gibi gelişmelerden sonra tesadüfen bu kitabın elime geçmesi ve kitabı okumam benim için oldukça anlamlı oldu. Kitabı okurken de zaman zaman günümüzle karşılaştırma yapsam da tamamen gerçeklere dayanan ve beni oldukça etkileyen bu hikayenin sonu fantastik bir sonla noktalanması beni biraz şaşırttı ve kısmen de hayal kırıklığına uğrattı. 10/7
«"Tomas," dedi Tereza dans pistindelerken, "yaşamın boyu, başına gelen her kötü şey benim kusurum. Kendini burada bulman da benim kusurum, bundan daha kötüsü olamazdı herhalde."
"Kötüsü mü? Ne diyorsun sen yahu?"
"Zürih'te kalmış olsaydık, hâlâ bir cerrahtın."
"Sen de fotoğrafçı."
"Çok anlamsız bir karşılaştırma," dedi Tereza. "İşin senin için her şey demekti; benimse ne yaptığım umurumda değil, her şeyi yapabilirim, en ufak bir kaybım yok; sen her şeyi kaybettin."
"Burada mutluyum, fark etmedin mi Tereza?" dedi Tomas.
"Cerrahlık senin misyonundu," dedi Tereza.
"Misyon dediğin sersemce bir şey Tereza. Misyonum yok benim. Kimsenin yok. Özgür olduğunu, bütün misyonlardan arınmış olduğunu fark etmen o kadar büyük bir ferahlama ki!"»
Nietzsche’nin, Kierkegaard'la aynı kefeye kon masına alışılmıştır ama alışılmış olması karşılaştırmanın sorgulanmamasını gerektirmez. Bu karşılaştırma, düşünmenin özünü yanlış anladığından, metafizik düşünür olarak Nietzshe'nin Aristotales’e yakınlığını koruduğunu anlamaz. Kierkegaard ondan daha sık söz etse de, özünde Aristotales’ten uzaktır. Çünkü Kierkegaard bir düşünür değil dinci bir yazardır, ama sıradan bir yazar değil, kendi çağının yazgısının bir tanesidir o. Böyle söz etmek de bir yanlış anlama değilse, onun büyüklüğü buradadır.
Kitap Atina devletlerinde yönetim, yargı ve siyasal tarih üzerine bir çok bilgi içeriyor. Demokrasinin doğduğu Atina'da M.Ö. 300 lü yıllarda bile demokrasinin nasıl egemen olduğunu, gelip geçen yönetimlerin halkın ve devletin çıkarlarına ters düşünce nasıl yönetimden azledildikleri ve yargı sisteminin seçim ve işleyişinin ne kadar adil olduğunu gösteriyor. Ben okurken hep çağımızla karşılaştırma yaptım ve insanlığın ileri değil neden geri gittiğini bir türlü anlayamadım. Belki de nüfus bir etkendir. Adaletin işleyişi ve devlet adamları halktan seçildiği halde adalet duygusunun ve bilgi düzeyinin yüksekliği beni çok etkiledi. Yargıçlar bile halktan seçiliyor ve bu kişiler adalet duygusu yüksek insanlar. Gerçekten insanların asırlar önce bu kadar dürüst olması şaşırtıcı. İnsanlık çok şey kaybetmiş. Yunan demokrasi ve adaleti hakkında bilginin bu kitapla sınırlı kalmayacağı kesin, listeye bir konu daha eklendi. Az sayfalı bilgi dolu bir kitap. Okumanızı şiddetle öneririm.