Şu 'tik tak'ları ne kadar da incitici saatlerin! Zamanı ayakta tutabilmek için mi bunca uğraş? Yoksa zamanın kullandığı bir artık mı, kendi yakasından, bu 'tik tak'lar?
Zaman, vakit, saat, dakika...
Nereye gidiyor, bunca tik tak?
Tik. Bir nefes. Tak. Bir nefes.
Kimseye tek kelime etmeden nereye gidiyor? Kendisini fark etmemizi mi istiyor? İyi ama fark edenler sadece ölüler! Onu tanımak için, evet zaman buymuş, demek için ölmek mi gerekiyor? Öldükten sonra tanımanın ne anlamı olabilir ki? Ey zaman sen kimsin?! Sana hizmet eden 'tik tak'lar kim? Sen mi vakte hükmediyorsun, vakit mi sana? Aynı mısınız yoksa? İyi ama hiçbir saat zamanı göstermiyor, hepsinin gösterdiği vakit!
Sözlükte, vakit için 'zaman' demek, diyor. Ama zaman için 'vakit' demek, demiyor. Sanki vakit bizi zamana taşıyan bir aracı gibi. Ve asla zamana yetişemeyeceğiz. Onun da zaten bu durumu umursayacağını düşünmüyorum.
Vakit nakittir. Ya zaman?
Vakit akşamdır, diyebiliyoruz ama, zaman akşamdır, diyemiyoruz. Acaba sırlara vakıf olabilmek için zamana mı yetişmemiz gerekiyor? Yoksa zamanı zamana mı bırakmalı? Vaktin esrikliğini mi yaşamalıyız? Vaktin üzerinden vakit geçiyor da, zaman bir şerit gibi umarsızca devam mı ediyor yoluna?
Ey zaman kimsin? Ya da dur, gitme! Biz kimiz onu söyle! Nereye, neden, ya biz? Hep peşin sıra mı geleceğiz? Ey vakit sen söyle, hizmet ettiğin bu meczup kim? Acaba 'tutunamadığımız' şey zaman mı?
Zamanı değil ama (zaten sözü söyleyene kadar gitti gittiği kadar) ben kimim, bari onu söyle?
Karmaşık bir haldeyim.
Ne vakittir ne zaman, diye sormuyorum artık! Ne vakit?
Öğretmenden Notlar (@ogretmendennotlar)