Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen Körleşme, Almanya’da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekan, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.
Çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen Körleşme, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir etmeyi başarıyor.
İnsanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen “aymaz” aydın karakterinde ustalıkla yansıtan Canetti, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikayesini anlatırken yarattığı dehşet atmosferiyle okuru derinden sarsıyor.
Kitabın kitap olarak değer gördüğü tuhaf kütüphane; Peter Kien Kütüphanesi esrarengiz hikayesiyle sizi sarıp sarmalayacak hiçbir yere bırakmayacak.
Öyleyse okuma şölenine davetlisiniz !!!
KÖRLEŞME, gerçekte büyük bir dehşetin romanıdır; görünüşte ki bireysel boyutlar içerisinde, körleşmiş düşünce ve körleşmiş toplum gibi ana temellerden kaynaklanan, bu körleşmenin korkunç sonuçlarını sergileyen bir çağdaş destandır...
Başlamadan önce çok övdüler kitabı . Belki ilk 300 sayfasında canım sıkıldı ama son 150 sayfası en mükemmel şah eserlere taş çıkarır . Yaptığı çıkarımlar ve yorumlar enteresan . Ataerkil yazılmış ama son ataerkil olabilir . Kitaptan alıntılar ; 1) ölüm hepimizin sonuydu ama önce cahillerin başına gelmeliydi!
2) Tıpkı bir körün renklerden konuştuğu gibi konuşuyorsun !
3) Tanrı’nın iyi niyeti, Adem’in yaradılışı ile son buldu.
Kurtuluş, hiçbir yerde yoktu; her şey yıkımdı; insan nereye saklanırsa saklansın, düşmanlar bulup çıkarıyorlardı; hayranlık duyulan uygarlıklar, haydutların, boş kafalı barbarların eliyle iskambil kağıtlarından yapılma evler gibi yıkılıveriyordu.
Yapıyorlar ama ne yaptıklarının bilincinde değiller; birtakım alışkanlıklar edinmişler, ama bunun nedenini bilmiyorlar; ömürleri boyunca dolaşıp durdukları halde yollarını bulamıyorlar: kitleden ayrılamayan, koyun gibi onun peşinden gidenler için doğaldır bunların tümü.
“On beş yaşındayken iradem öğrenmeye yönelikti. Otuzuma geldiğimde, yolumu saptamıştım. Kırkımda artık kuşku diye bir şey kalmamıştı içimde — kulaklarım ise ancak altmışımda açıldı.”
Tek bir tutkusu vardı: Tüm yaşamı boyunca; gerçekte ne ise, o olarak kalmak; kendi kişiliğini salt bir ay ya da bir yıl süreyle değil, ömrünün sonuna dek yitirmemek.