Bu kitabı geçen sene Nisan ayında okudum, yani neredeyse bir yıl önce. Bugün farkettim ki halen etkisinden çıkamamışım, neden inceleme yazmıyorum ki dedim kendi kendime.
Kitabı sevmeyenler ağırlıkta, çünkü içinde rahatsız edici ögeler var.
Ne gibi mi?
GERÇEKLİK.
Okurken ben de daraldım, o "kasvet"i fazlası ile hissettim. Ama bir kitap o rahatsızlığı size hissettiriyorsa kötü bir kitap olduğu anlamına gelmez, tamamı ile yanlış yorumlamaya bağlıyorum ben, zira bu yazarın başarısı.
O kadar arada kaldım ki bu kitabı önermeli miyim önermemeli miyim diye, bu kadar süre geçtikten sonra halen beni etkilediğine göre bunun başarılı bir kitap olduğu görüşüne vardım.
Elena ve J adlı çiftimiz şehir yaşantısından bıkıp bir adaya taşınırlar. Bunun harika olacağını düşünürler (düşünürüz) ama ilk sayfalarda taşındıkları evin leş gibi, toz içinde ve fare dolu betimlemesini okuduktan sonra karakterlerle birlikte bizde hayallerden çıkıp hayatlara dönüyoruz...
Böylelikle başlıyor maceramız.
Çok yüksek beklentili başlamayın, neden mi? Çünkü bu bir kitaptan ziyade günlük hayattan bir kesit gibi. Fark görmedim ben. Bu kötü bir şey olarak algılanmasın, ben okumanızı tavsiye ederim. Psikolojik olarak kendinizi hazır hissettiğiniz bir dönemde olsun sadece.
Kitaplıkta gözüme çarptıkça halen açar açar okurum son sayfaları, hele ki şu metin beni benden alır...
Başlangıçta deniz vardı. Her şey karanlıktaydı. Ne güneş vardı, ne ay; ne insan, ne hayvan, ne de bitki... Deniz her yerdeydi ve her şeydi. Deniz Ana’ydı. Ana kadın değildi; varlık da değildi, yokluk da. Gelecek olanın ruhuydu o; fikir ve bellekti.