Ahşap Konak'n mevzuunu biraz anlatırsam dâvamızla pek yakın olduğu meydana çıkar. Üç katlı eski Türk Konağı.. Nişantaşında... Üst katında 75'likler var; namaz ve ahlâk nesli.. Orta katta 45-50'likler var... Evlâtları... Jigolo, eroin, kokain, kumar nesli... Altta 25'likler var, torunları; (Twist) nesli... Ve bütün mesele, tema, piyesde bu üç neslin birbiriyle kavgasından ibaret.. Görülüyor ki, enteresan bir piyes.. Orada yenilik nesli üzerinde bir sözü var, piyesin kahramanı Recai'nin... «Bu fikirler eski, büyükbaba» diyorlar da; «Yeni eski, yeni eski, sen ne diyorsun! Senin bugün yaptığın deniz kumundan 15 gün sonra yıkılıveren, paf diye çöküveren apartmanların mı daha yeni, yoksa Mısır'ın beş bin senelik ehramları mı?» cevabını veriyor.
Sonu uçuruma mı çıkıyor yoksa düzlüğe mi, belli olmayan bir yol. Ve ne yazık ki bu yol; Heyvbanû’nun tam ortasında oturup, bana göz kırptığı yol… Gitsem, kumar… Gitmesem, önümde sunulan düz yola herhangi bir insanla sapsam, içimde; onun yolundan gitmediğim için rahatsız eden bir öfke boy gösteriyor. İki yol arasında kararsız kalan adımlarım, iki yolun da ortasında bulunan insanlardan birini muhakkak yakacaktı ama daha önceden yanmış ve çorak bir toprağa dönmüş yolu, tekrar yakmak olacak iş miydi? Çıkacak yangına binaen bir sigara daha yaktım. Gözlerimi, içime çektiğim dumanla yumarken, yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Dudaklarım kendi kafasına göre bir gerçeği, dış dünyaya saldı. “Ama o yol, nasıl güzel…”
Umudun Rengi Mavi , Londra’da yaşayan psikolog Özden Bayraktar Annibali’nin hem hayali günlüğü hem de yıllar içinde, seanslarda danışanlarıyla edindiği çeşitli deneyimleri harmanladığı bir not defteri.
İlişkisinde yaşadığı çaresizlik ve çıkmazlar nedeniyle bağlandığı kumar alışkanlığından kurtulmak isteyen Mahmut Bey,
Çocuk yaşında annesini,
Günahlar içinde yüzdüğü halde, bir hareketiyle rabbinin şefaatini kazanan,bütün günahları affolan, cennetin en kıymetli yerine kabul olunan kişilerin hikâyeleriydi bunlar. Kiminde işret, kumar ve fuhuş içinde yaşadığı halde bir münafıkı öldürdüğü için cennete hak kazanan, kiminde tövbe edip çile çekmeye giden ve gık demeden sabrını ölçmek için yapılan bütün eziyetlere göğüs gererek, herkesi hayretler içinde bırakan adamlar, Allah’ın şefaatini, mucizesini gösteren, çöl toprağına dikilmiş olduğu halde yeşeren çomaklar, tövbe edip evlendikten sonra sesini yabancı bir erkek duymasın diye ağzına ceviz koyarak konuştuğu için, bedeni günahlar içinde geçen yılları bir anda affolan kadınlar, taş olan günahkârlar, sonsuz çölleri sadece inanarak geçen ermişler ve daha yüzlercesi; günah ve tövbe üzerine kurulu bu hikâyelerin yüce kahramanları olarak Rüstem Efendi’nin aklından birer birer geçiyor ve bu kahramanlar, kanlı canlı birer insana dönüşüyor, uzun boyları, heybetli vücutları, geniş omuzları ve sağlıklı güçlü görünüşleriyle, hafif kambur, çökmüş, yüzü kalın çizgilerle bin parçaya bölünmüş adamın ezilmiş ruhunda afyon tesiri yapıyor, beyninin bütün hücrelerini böyle bir hikâyenin kahramanı olmak için bir şeyler düşünmeye zorluyordu.
Özel kitaplarımdan biridir .Daha doğrusu bu bir kitap değil başyapıttır . Kim ne söylerse söylesin . Her yiğidin harcı değildir bin sayfalık kitabın içine girebilmek .Soluksuz , heyecanla okuyabilmek .
Dostoyevski bilindiği gibi realist bir yapıya sahip. Hal böyle olunca kalemi de kendi gibi betimleyici ve keskin ..Adamın hayatına bakıyorum .
Hikayemiz Sivas'ın köylerinde geçiyor.
Yağmur Bey açgözlülüğü yüzünden ve kumar belası yüzünden elindeki avucundaki bütün paraları bitiriyor bir de bunun üstüne arkadaşı dediği kişi tarafından dolandırıyor ve kendisine borçlu çıkarıyor, parasının olmadığını bildiğinden Yağmur Bey'in kızını istiyor oğluna. Herşey bundan sonra başlıyor.
İhtiyar; dindar ve namuslu kimseler nazarında kumar, seyyiâtın en müthişidir. Ocakları söndüren bu, evleri yıkan bu, insanı hırsızlığa, cinayete, intihara sevk eden budur; bunlar, kadını kumar nispetinde tehlikeli zannetmezler.