Bu yetmezmiş gibi Katerina Fedorovana'ya, Natalya Nikolayevna'nın seni her yaptığını bağışlayacak kadar sevdiğini söylediğini itiraf ettin; ama böyle bir af beklemeye, bunun üzerine bahse girmeye ne hakkın var?
Soykırımın ana vatanıydı; KIRIM
SELİM ÇİLİNGİROV KİMDİR?
Kırım topraklarında yaşayıp ta kendinden olanı yani Çukurca’daki Tatar Türklerini hakir gören Rus hayranı bir adam.
Asıl zenginliğin yine kendi halkında, kendi köyünde, kendi özünde olduğunu anlaması için savaş olması gerekiyormuş demek. Âşık olduğunu sandığı Rus kadının O’nu başka bir
- Geldim, dedi Selim. Geldim… Senin kocan, senin Selim’in geldi. Neden semaveri yakmıyorsun? Neden kollarını onun boynuna dolamıyorsun? …
…Savaştan geldim görmüyor musun? Kolsuzum! Vatan uğruna verdim bu kolu. Düşman mermileri, tankları kırdı kemiklerimi… Kanımı döktüm. Hep vatan için!.. Neden söz etmiyorsun? Elimden geleni yapmadım mı? Savaşmadım mı? Kalbim, kanım, dimağım, terimle savaştım vatan için… Senin vatanın için, Natalya! Bak, bana bak! Kir ve bitler içinde çürüdüm! Altımda toprak, taş, çamur; ateş, rüzgar; aç, yalınayak cephelerde sürüklendim., ölüme koştum senin vatanın için, Natalya! Kendi benliğimi unuttum. Yurduma, kendi halkıma sırtımı çevirdim; kendi kanımdan olanları hakir gördüm. Bir hain oldum halkım için. Kanı benden, kemiği benim kemiğimden öz be öz halkımın varlığını hiçe saydım! Annemden emdiğim sütü kendi kardeşlerime haram ettim. Bu yurdu ve bu halkı esir yapmak için kalbimle ve dimağımla çalıştım. Bu da az! Senin vatanın ve senin milletin için savaştım, kolumu verdim. Niçin bakmıyorsun yüzüme? Değmez miyim? Senin Selim’in değil miyim? Bak kolsuzum. Güçten kesildim; ayağımdaki çizmeleri bile çıkaramıyorum. Ağlıyorum. Kollarını dolasana boynuma! Ben sana geldim. Seni özledim, sana kavuşacağım günleri bekledim. Ilık oda… Seven bir kalple geldim. Sana ipekler mücevherler getirmedim. Sevgimi; sadece sevgimi getirdim. Kolumu bıraktım da sana geldim.
Dikkat spoiler içerir.
Malko, yardımcısı Elko Krizantem ve CIA gorilleri Chris ve Milton işe beraber Lizbon'a gelir. 1974 yılında Lizbon'da solcular hüküm sürmektedir. Malko'nun amacı bir KGB albayının eşi olan Natalya'yı kaçırıp Rusların Portekiz'de ne planladıklarını öğrenmektir. Şehvet düşkünü Natalya kaçırılır ve Malko ondan pek çok şey öğrenir. Ayrıca Amalya ile samimi olan Malko'nun yapılacak olan ihtilali engellemek ve Amalya'nın ailesini Lizbon'dan çıkarmak gibi iki önemli görevi vardır. Ancak Komünist Parti ve KGB boş durmamaktadır. Malko'nun hayatı tehlikededir. Acaba Malko bu işten sağ salim kurtulabilecek midir? Darbenin başarısız olmasını sağlayabilecek midir ? Keyifle bir solukta okunan bir roman.
Gelişimizden kısa bir süre sonra dedem, bilmem gereken duaları ezberlemekle görevlendirdi beni. Öbür çocuklar benden büyük oldukları için , altın kubbesi bizim evin penceresinden görünen Meryem Ana Kilisesi'nin diyakozundan, okuyup yazma öğrenmeye çoktan başlamışlardı bile. Bana da duaları evde ,Natalya yengem öğretiyordu.Utangaç, çekingen,sesiz,çocuk yüzlü bir kadındı. Öylesine duru gözleri vardı ki, içine bakınca başının arkasını görebileceğimi düşlerdim hep.
Modern Rus Edebiyatının kurucusu kabul edilen Aleksndr Puşkin'i çok merak ettiğim için okuduğum Yüzbaşının Kızı çok sade ve akıcı bir dille yazılmış. Puşkin'in gerçek hayatıyla inanılmaz benzerlikler var, Romandaki aşkı Marya İvanova için dere kenarında yaptığı düelloda yaralanmış 5 gün sonra iyileşmiş ve sonunda evlenerek mutlu sona ulaşmıştı kahramanımız Pyotr. Gerçek hayatta ise eşi Natalya Gonçarova için Fransız asıllı Dantes ile kara dere kenarında yaptığı düelloda karnından yaralanmış, ancak kendisi Pyotr gibi şanslı olmayıp 2 gün sonra ölmüştür. Puşkinin hayatını okurken Tostoy'un Anna Karenina karakterinin Puşkinin kızının tasviri olduğunu da öğrenmiş oldum. Dünya klasikleri okumak isteyen ama ağır bir roman olmasın diyenlere tavsiye ederim.
Natalya Vasiliyevna, Velçaninov’u yalnız başına gitmeye ikna etmek için çok ısrar etmek zorunda kalmıştı. Sonra? Bu ayrılıktan iki ay sonra Velçaninov, St. Petersburg’da, Natalya’yı gerçekten sevip sevmediğini kendi kendine soruyor ve bunun cevabını veremiyordu. Bu sorunun nedeni ne vefasızlıktı, ne de yeni bir tutku. St. Petersburg’a döndükten sonra yeniden sosyeteye katılmıştı. Çevresinde pek çok kadın olmasına rağmen, iki ay bu kadınlardan hiçbirini gözü görmemişti. Ve kendine sorduğu tüm bu sorulara rağmen günün birinde T.’ye dönecek olsa, hemen yine bu kadının insanı baskı altına alan sihrinin etkisine gireceğini çok iyi biliyordu. Aradan dokuz sene geçtikten sonra, bunun böyle olacağına ilk günkü kadar emindi, fakat bu düşünce artık onun keyfini kaçırmaktan başka bir işe yaramıyor ve Velçaninov, Natalya Vasiliyevna’yı nefretle anıyordu
“Savaş ve Barış”, bugüne kadar okuduğum en uzun roman olmuştur ve bildiğim kadarıyla hali hazırda dünyanın en uzun romanları arasında yer alır. Toplamda dört kitap ve son sözden oluşan romanın her kitabı da çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Tolstoy, bu eserde tarihe dair kişisel görüşlerini kaleme alırken felsefi düşüncelerine de yer vermiştir. Başka
Cengiz Dağcı'nın "Onlar da İnsandı" adlı eserinin devamı olan bir roman. Kırım'daki Türklerin Sovyetler Birliği ve daha sonrasında 2. Dünya Savaşı esnasında Alman işgali altındaki yaşamlarını, acı hatıralarını dile getiren bir eser.1930'lu yılların sonuyla 1945 arasındaki yıllar ele alınmış. Edebi yönden çok kuvvetli bulmasam da
Natalya, Selim'in başına gelecekleri önceden biliyordu sanki. Gitmişti. Ama gitmeden önce odayı silip süpürmüş, masadaki bardağa gelincik çiçekleri koymuştu. Şimdi o çiçekler Selim'e:
"Selim Selim..." diyorlardı. "Yaşamak mı istiyorsun?.. İşte temiz bir oda, temiz bir yatak, masada seni seven bir kadının elleriyle bardağa konmuş çiçekler... Daha ne gerek sana? Hiç! Yaşa işte. Yaşamak kolay. Ama bir şartla: Gülmeyi bileceksin. Gülmeyi bilirsen yaşamaktan daha kolay, daha tatlı bir şey dünyada yoktur. Evet, gülmeyi bileceksin. Bilmezsen... Al, Selim, Selim! Sen bu toprağın evladı değil misin, Selim! Sen kötü bir insan olamazsın. Olmak istesen bile olamazsın. Sen hafif, ipek tülbentlere bürünmüş. Kırım'ın tatlı havasında soluyorsun. Sen bu toprağın insanısın. Bu güzel toprak kendi bağrından güzel mahsul, güzel buğday, güzel üzüm verdiği gibi yalnız güzel insan yetiştirir..."
Selim konuşuyordu:
- Savaştan geldim, görmüyor musun? Kolsuzum. Vatan uğruna verdim bu kolu. Düşmanın mermileri, tankları kırdı kemiklerimi... Kanımı döktüm. Hep vatan için!.. Neden ses etmiyorsun? Elimden geleni yapmadım mı? Savaşmadım mı? Kalbim, kanım, dimağım, terimle savaştım vatan için... Senin vatanın için, Natalya.! Bak, bana bak! Kir ve bitler içinde çürüdüm! Altımda toprak, taş, çamur; üstümde kar, yağmur, ateş, rüzgâr; aç, yalınayak, cephelerde sürüklendim, ölüme koştum senin vatanın için, Natalya! Kendi benliğini unuttum. Yurduna, kendi halkıma sırtımı çevirdim; kendi kanımdan olanları hakir gördüm. Bir hain oldum kendi halkım için. Kanı benden, kemiği benim kemiğinden öz be öz halkımın varlığını hiçe saydım! Annemden emdiğim sütü kendi kardeşlerime haram ettim. Bu yurdu ve bu halkı esir yapmak için kalbimle ve dimağımla çalıştım. Bu da az! Senin vatanın ve senin milletin için savaştım, kolumu verdim. Niçin bakmıyorsun yüzüme? Değmez miyim? Senin Selim'in değil miyim? Bak, kolsuzum. Güçten kesildim, ayaklarımdaki çizmeleri bile çıkaramıyorum. Ağlıyorum. Kollarını dolasana boynuma! Ben sana geldim Seni özledim. Sana kavuşacağım günleri bekledim. Ilık oda... Seven bir kalple geldim. Sana ipekler, mücevherler getirmedim. Sevgimi; sadece sevgimi getirdim. Koluma bıraktım da sana geldim.