Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bir mezar taşının karşısında durmak, kitabı son sayfasından açmaya, filmin son karesini yakalamaya benziyordu. Ne olmuşsa olmuş, ne yapmışsa yapmış, işte buraya, bu mezarlığa gelmiş ve kendini gömdürmüştü. En azından kesin olan bir şey vardı bu hiç tanımadığım adamda ya da kadında. O da nefes almadan toprağın altında yıllarca durabiliyor olması, yani ölü olması. Bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü. Ama hoşuma gitmeyen şeyler, içinde yine karşıma çıkan o insani kurnazlığı, ikiyüzlülüğü barındıran mezar taşı yazıları, dini sembollerdi. Yine devreye insanın yarattığı o tiyatro sahnesinin plastik dekorları giriyor ve ölümü dahi kendi çıkarına göre biçimlendiriyordu. Değil Tanrı’ya, kendine bile inanmamış bir insanın başına çakılan haçlarla, yıldızlarla, oyunun devam etmesini sağlıyordu. Sevmiyordum ben, o ölüme bile iyimserlik ve inançla bakan, acıyı şarap gibi tasvir eden yazıları. Ölümün de para gibi yoktu dini. Çürüyen cesetlere bu kadar yüklenmek onları daha da parçalardı. Yeraltı canavarlarından önce o mezar taşları yemeye başlamıştı cansız bedenleri, gittiğim her mezarlıkta.
Ben bu Amerikan filmini niçin o denli çok sevmiştim? Fil­min konusu da, oynanışı da başarılıydı ama, beni bunlardan daha çok başka bişey ilgilendiriyordu. Benim bu filmi sevme­min nedeni, filmin kadın kahramanı Marlene Dietrich'i sevdi­ğim ve daha adını bile bilmediğim Rüya Kız'a benzetmemdi. Filmde seyrettiğim Marlene Dietrich tıpkıtıpkısına benim sev­gilim, benim Rüya Kızım da tıpkıtıpkısına Marlene Dietrich'ti. Şimdi seksen yaşımda, aradan 60-70 yıllık bir zaman geç­tikten ve araya 60-70 yıllık bir mesafe girdikten sonra bu notları yazarken, 60-70 yıllık zaman ve mesafeden geriye dö­nüp gerçekçi bir bakışla bakıyorum ve düşünüyorum: Ger­çekten benim Rüya Kızım, Marlene Dietrich'e benziyor muy­du? Yok canım, ne gezer... Biri 14-15 yaşında bir kız çocu­ ğu, öbürü olgun bir yıldız... Bugün, 60-70 yıllık bir mesafe­ den ve zaman ötesinden, hem de bu yarı kör gözlerimle ger­çekleri çok daha net, çok daha açıkseçik görebiliyorum. Be­nim Rüya Kızımın Marlene Dietrich'le hiç benzerliği yoktu. Ama ben benzerlikleri olduğuna inanıyordum, çünkü bu benzerliğin olmasını istiyordum. İşte aşk, gerçek aşk budur, hele benim o zamanki yaşımda...
Reklam
Annemin Anısına Bütün anneler annelerin en güzeli Sen en güzellerin güzeli Onüçünde evlendin Onbeşinde beni doğurdun Yirmialtı yaşındaydın Yaşamadan öldün Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum Bir resmin bile yok bende Fotoğraf çektirmek günahtı Ne sinema seyrettin ne tiyatro Elektrik havagazı su soba Ve karyola bile yoktu evinde Denize giremedin Okuma yazma bilmedin Güzel gözlerin Kara peçenin arkasından baktı dünyaya Yirmialtı yaşındayken Yaşamadan öldün Anneler artık yaşamadan ölmeyecek Böyle gelmiş Ama böyle gitmeyecek Aziz Nesin
bekledik ki dün/ya bitsin ya da devam etsin ama ben sen olayım bir kerecik, sen de sen. "Bitirsek ne olur ki?" dedi birisi. Ellerini öpmek istedim - Goddard seyrettiğimiz gece, filmin alaca bulaca ışığıyla aydınlanan, uçlara gidildikçe incelen parmaklarını öpmek istedim S.'nin.
NURİ BİLGE CEYLAN'LA "KIŞ UYKUSU" ÜZERİNE
Gururu, onuru bu kavramların gerçek anlamlarını kurcalamak istedik. İsmail filmin en gururlu insanı ama bu yüzden aynı zamanda da en sorumsuz ve bencil insanı belki de. İmam belki gururunu en ayaklar altına alan insan ama öte yandan en sorumluluk sahibi olan. Bu kavramları başka şeylerle bir arada ele almak gerekiyor. "Ne gururlu adam, helal olsun!" diye bakabilecek bir insan değilim. Hangisine daha çok saygı duyarsın? Birinin paraları ateşe atabilme kahramanlığı göstermesine mi yoksa Hamdi'nin gururunu hiçe sayıp annesine, ailesine bakıyor olmasına mı?
Sayfa 268 - Norgunk YayıncılıkKitabı okudu
Kazablanka Filmi - 1
1940'ların başında Murray Burnett ile Jean Alison'un yazdıkları Everybody Comes to Rick's adında bir oyun vardı. Oyun olmayacak durumlar ve kötü diyaloglarla dolu olduğundan, Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch tarafından filme alınmamış olsaydı çoktan edebiyatın çöplüğüne atılmış olurdu. Filmin yapımı da çok karışıktı. Senaryo sürekli değişiyordu ve yönetmen bir an sonra hikayenin ne yöne gideceğini bilmiyordu. Başrolde Ronald Reagan'la Ann Sheridan oynayacaksa da, son anda o da değişmiş, Ingrid Bergman, Paul Henreid ve Humphrey Bogart oynamışlardı. Sonuçta film -Kazablanka- üç Oscar ödülü almanın dışında tüm zamanların Amerikan klasiklerinin biri olmuştur. Bu nasıl başarılmıştır? Tüm karmaşaya karşın yazarlar işlerliği olan bir hikaye yaratabilmişlerdi. Hikaye aşk hakkındadır ama daha da önemlisi daha yüksek düzeye çıkan, aşk için fedakarlığı öne çıkaran bir hikayeye dönüşmüştür. Fedakârlık, High Noon'da Amy Kane'in yaptığından farksızdır. Ama, High Noon bu güç kararları veren karakterleri incelemezken, Kazablanka bunu yapmaktadır. Bir kurgu olarak fedakarlığın temeli karakterdir; fedakarlık eylemi karakterin bir görüntüsü olduğundan onun yanında daha önemsizdir. Kazablanka dört kişi ve aralarındaki dinamikler hakkındadır. Kişileri saran olaylar karakterlerinin yansımasıdır ve sonunda Rick Blaine fedakarlığını yapınca, daha önce olan şey onun fedakarlığı ile biçimlenmektedir.
Sayfa 230
Reklam
25. Kare ile neler yapılabilir? 25. Kare ile bir toplumun bilinçaltına, dilediğiniz telkini gönderebilirsiniz. Belli bir süre sonra da, gizli olarak vermiş olduğunuz o telkinlerin geri dönüşümünü alırsınız. Mesela Fight Club (Dövüş Kulubü) diye bir film var. Çok seyredildi. Özel cihazlarla tam 22 tane 25. Kare yakalanmış. Dikkat, siz fark etmiyorsunuz oradaki 25. Kareyi. Orada ne olduğunu bilmiyorsunuz, ama gizli bir mesaj bilinçaltınıza akıyor O filmdeki mesaj neydi biliyor musunuz? Eşcinsellik. Evet eşcinsellik. O filmden sonra Türkiye'de eşcinsellik ciddi bir patlama gösterdi. Pornografik eşcinselliği telkin eden kareler, filmin içine gizli olarak yerleştirilmiş. Hani bir şey vardır; bir şekilde hissedersiniz, kötüdür. Ama neden olduğunu bilemezsiniz. Size sıcak gelmeyen bir şey vardır. İşte aslında sezgisel yapımızdır bu. Filmin yönetmeni eşcinsel, filmin müziklerini yapan kişi eşcinsel ve bu film sinemalardan sonra en son televizyonda oynadı. Yani insanların bilinçaltına eşcinsellikle ilgili bilgi aktı. Ne mi olacak sonra? Oraya kaydedilen bilgi, belki beş sene sonra size normal bir olay olarak gelmeye başlayacak. Sizin fıtratınızda olmayan bir şey, bilinçaltınıza girdikten sonra gaz zehirlenmesi gibi sizi yavaş yavaş etkisi altına alacak
Esaretin Bedeli
Hapishanedeki ilk günlerimde, bu film geldi aklıma. Filmin kahramanı Andy de bir bankacıydı ve kendisine isnat edilen suç benimkinden farklı olsa da suçsuz yere hapse düşmüştü. İzlerken kendimi masum Andy'nin yerine koyup ben olsam ne yapardım diye düşündüğümü hatırlayınca ürperdim. İşte şimdi ben de ayrı durumdaydım. Masum biri hapishaneye düşerse ne yapar diye düşünmüştüm, evet, ama bir gün gerçekten aynı duruma düşeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.
Sayfa 154 - Doğan KitapKitabı okudu
Ancak filmlerde olurdu aşk. Ya da hayal ürünü romanlarda. Bir tek oralarda esas kız ve esas oğlan ölesiye sevebilirdi birbirlerini, masallardan süzülmüş efsanevi bir tutkuyla. Ama hayat, hakiki hayat ne filmdi, ne de roman!
uçurtmayı vurmasınlar, 1989
Filmin/ öykünün baskişisi İnci,Feride Çiçekoğlu'nun kendisi mi? Biraz öyle, biraz değil belki, ama ne önemi var bunun?...
Reklam
Ancak filmlerde olurdu aşk. Ya da hayal ürünü romanlarda. Bir tek oralarda esas kız ve esas oğlan ölesiye sevebilirdi birbirlerini, masallardan süzülmüş efsanevi bir tutkuyla. Ama hayat, hakiki hayat ne filmdi, ne de roman!
Züğürt Ağa,1986
Türk Sinemasında başarılı bir güldürü. Hem de ne güldürü Sıvışmayan,bulaşmayan,cıvıklaşmayan,"eşşoğlu eşşek", hıyaroğlu hıyar" türü ince(!) esprilere rahmet etmeyen, baştan sona zeki,ironik, düzeyli kalmasını bilen,bir güldürü filmi esprisi ve mekanizması içinde, değme gerçekçi filmden daha güçlü biçimde önemli toplumsal değişimlere, sarsıntılara tanıklık eden bir eser karşısındayız.
Yapacak bir şey yoktu. Hayatın sonundaki o ince kırmızı hatta gelmiştim artık. Ama filmin en heyecanlı yerinde canım dondurma çekti. Ölmeden kendime bi güzellik yapayım dedim. Ne de olsa onca yıllık kendimdim. Sevimli de bi şey, kıyamıyor insan. “Al hadi al kerata,” deyip dondurmamı yedim. Sonra böyle bi serinlik geldi bana. Aşk acım filan geçti. İntihar etmekten vazgeçtim.
İletişim Yayınları
Yapacak bir şey yoktu. Hayatın sonundaki o ince kırmızı hatta gelmiştim artık. Ama filmin en heyecanlı yerinde canım dondurma çekti. Ölmeden kendime bi güzellik yapayım dedim. Ne de olsa onca yıllık kendimdim. Sevimli de bi şey, kıyamıyor insan. “Al hadi al kerata,” deyip dondurmamı yedim. Sonra böyle bi serinlik geldi bana. Aşk acım filan geçti. İntihar etmekten vazgeçtim.
701 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.