"Tanrı onu cezalandırdı ve bir kadının ellerine teslim etti." Bu cümle beni çok şaşırttı. Şu Yahudiler ne kadar da kabalar, diye düşündüm, ve o Tanrıları, güzel cins hakkında konuşurken daha adaplı ifadeler seçebilirdi.
“Ben sana kimseyle oynamayacaksın demedim mi!” diye bağırdı. Kükremesinden tüylerim diken dilken olmuştu. Cevap vermesem bir dert, versem başka bir dert. Beklenen son kaçınılmazdı. Ne kadar çabuk biterse, o kadar iyiydi bu. “Nihat Amca dediği için… sen de bir şey demediğin için oynadım,” diyebildim yanağımı tutarken. “Ben sana sözümü söylemiştim.
Bir cümle ne kadar anlamlı, güzel kurulmuş olursa olsun ancak tasasız, heyecansız kişileri etkileyebilir. Mutlu ya da mutsuz kişilere her zaman yetmez. Mutlulukla mutsuzluğun en iyi anlatış yolunun sessizlik olmasının nedeni de budur.
Hayatımın zorlu bir döneminde, işimin olmadığı bir gün evde oturmaktan bunalmıştım ve dışarı çıkmak istedim. Bir parka gittim ve masa şeklindeki bankta oturan yaşlı amcaya selam verip yanına oturdum. Genel geçer sohbetten sonra ben amcaya dert yanmaya başladım, şunlar oldu bunlar başıma geldi derken bir süre soluksuz konuştum. O güngörmüş insanların huzurlu dinleme halini çok seviyorum. Bu amca da beni bölmeden, sıkılmadan dinledi. Konuşmamı bitirip, onun yorumunu beklercesine gözümü onun üzerine diktim. Onun ağzından sadece bir cümle çıktı: “Allah dertsiz bırakmasın oğlum.” İlk duyduğumda, “Ne kadar da iyi birisine benziyordu, bu da ne şimdi, neden bana beddua ediyor?” dedim. Sonra biraz daha konuştuk ve neden böyle dediğini anlattı bana; dertlerin insanı diri tuttuğunu, bir yaşama amacı sağladığını, mücadelenin insanı ayakta tutan yegâne şey olduğunu söyledi. Eskilerde bana söylediği cümleyi dua niyetine söylerlermiş. Sanırım hayatımda gerçekten bir şeyler öğrendiğimi hissettiğim nadir anlardan biriydi bu sohbet.
Senden cevap alıncaya kadar yazmamak niyetinde idim. Fakat dayanamadım. Mühim bir havadisim var: Evleniyorum. Hatta nişanlandım bile. Sen benim gibi kelepiri kaçırdığınla kal.
Nişanlım şu “ masume’ler sınıfına dahil, ne yazık ki ........ değil... Erenköyü’nde oturuyor. Babası bir proleter. Kendisi sekizinci sınıfta Erenköy’ü bırakmış... Amcamın
Çocuklar, hissettikleri gibi konuştukları için müthiş edebiyatçılar sayılırlar, hem ayrıca hissettikleri, başkalarının ne diyeceği hesaba katılarak hissedilenler cinsinden değildir... Bir keresinde bir çocuğun ağlamak üzere olduğunu anlatmak için yetişkinler, yani aptal insanlar gibi "Canım ağlamak istiyor," yerine, "Canım gözyaşı istiyor," dediğini duydum. (Eğer böyle bir tane bulup da yazabilse) ünlü bir şairde gayet dokunaklı bulacağımız kadar edebi olan bu cümle, dosdoğru gözkapaklarının altından fışkıran sıcacık yaşlardan doğmuştur ve gözkapakları yaşamakta olduğu sıvı istirabın bilincindedir. "Canım gözyaşı istiyor!" O küçücük çocuk, ne de güzel tarif etmişti kendi sarmalını.
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş
Geçen yıllar bir daha geri gelmeyecek. İşte, tam da bu nedenle günün çocukları daha çok oyun oynasın, arkadaşlarıyla zaman geçirsin, spor yapsın, müziğin güzelliğini keşfetsin, kendilerine ilgi alanları seçsin ve onlara yoğunlaşsın. Güzel filmler izleyip güzel kitaplar okusunlar, yeni insanlar tanısınlar ve yeni yerler keşfetsinler. Bu dileklerin sayısını ne kadar artırırsak artıralım sonunda bu dilekleri hüsrana uğratacak bir son cümlemiz var: "İyi güzel ama bir de sınav gerçeği var." Bu son cümle; çocukluğun, ergenliğin ve gençliğin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor. Biz çocuğumuzun akademik bir yarışa girmesini istemiyoruz desek de okulların yapısı, çevremizi saran yarış kokusu, gelecek kaygısına dair cümleler bir araya geldiğinde, yani mahalle toptan sınava hazırlanıyorken "Yok, biz çocuğumuzun yarış atı olmasını istemiyoruz" cümlesi tek başına bir anlam ifade etmiyor. Her okul hipodrom gibi işliyorken biz istemesek de çocuklarımız kendilerini zaten yarışın içinde buluyor.
Heyecanlarımı hep gelecekteki günler için saklamıştım; babam öldüğü zaman yeteri kadar üzülmemiştim, mezarın başında küçük ayrıntılara takılmıştım. Bir ağacı, kuşu filan seyrederken değil, düşünürken sevmiştim. Hayır belki de kendimi yaşanacak güzel günler için saklamamıştım: belki de sadece duygularımda her zaman biraz geç kalıyordum. Babam
YAZDIRILIŞININ DA AYRINTILARIYLA BELİRTİLMESİNE ÖZEN GÖSTERİLEN İKİNCİ MEKTUP BU DA KÜNYELERİ: BİTİRİMLER VE GARİBANLAR
Evet, postaneye sen götürmüştün değil mi mektubu? Dün ne konuşuluyordu biliyor musunuz? Yalnızca bizimki değil, gönderilen bütün mektuplar 'Almadığım Mektuplar' diye yayımlanmış... ayıp be... insan utanır. Reis, bir önerim